Pink Floyd 1970’lerdeki meşhur şarkısı “The Wall” u (Duvarda bir tuğla daha) yazarken aynı kafayı yaşayan bir iradenin gün gelip kara tahtayı kaplamaya başladığı günleri hayal etmiş midir?
Şarkıdaki;
“Eğitime ihtiyacımız yok, düşüncelerimizin kontrol altına alınmasına ihtiyacımız yok, kimse sınıfta küçük düşürülmesin! Öğretmen çocukları rahat bırak!”
Dizelerindeki mesaja fikren ortak kulvarda görüş bildiren savunucular varolagelmiş.
Bunlardan John Taylor Gatto da, okulsuz eğitim ekolüyle aynı sınıfta kaynaşmış. Asi gençlik film karakterlerini anımsatıyor.
‘Eğitim: Bir kitle imha silahı, zorunlu eğitimin karanlık dünyasına bir yolculuk’ adlı kitabın yazarı Gatto’ya göre okulun ortadan kaldırılması gerekir. ** Çözümün bu sistemin içine hiç girmemek olduğunu ve bir açık kaynak öğrenme şekli örneği olarak sunduğu ev okulu projesini uygulayan aileleri tebrik etmektedir.
( Ev okulu bugün ne kadar tanıdık değil mi? ) Gatto Bey sistemden kendini sıyıramayanlar içinse sivil itaatsizlik örneği sayılabilecek bir proje geliştirmiş: **Ülkenin farklı yerlerindeki öğrencilerin “senin testini cevaplamak istemiyorum” şeklinde başkaldırıları. Genel hedefi ” kendi hayatına senaryo yazma becerisi” olarak belirlemiş.
Yazara göre okullarda standartlaşmış çocuklar, mutlak anlamda siyasi devletin malıdır. Kolayca yönetilmeleri ve güç bulmamaları için önce kendilerine, daha sonra da ailelerine, geleneklerine, kültürlerine, dine ve değerlerine yabancılaşmalıdırlar.**
Yazarın aslında anladığımız kadarıyla ulus devletlere ve aygıtı olan okullara yönelik karşıt niyet oluşturduğu düşünceleri, Atatürk’ün kurduğu ulus devletin eğitim sisteminde belirlediği ilkeler üzerinden bozguna uğruyor. Çünkü, Atatürk ‘e göre, gelecek nesiller Türkiye’nin bağımsızlığına sahip çıkacak, Cumhuriyeti koruyup yükseltecek şekilde eğitilmelidir. Eğitim, milli demokratik, laik, karma, akla ve bilime dayanmalı, üretici, ülke kalkınmasını hedefleyen, faziletli, fedakâr, disiplinli nesiller yetiştirmelidir. Eğitim ülküsü Türkiye’nin bağımsızlığına, kendi benliğine ve milli geleneklere düşman unsurlarla mücadele edecek nesiller yetiştirmelidir.
Okulsuz eğitim, bugünün dünyasında iletişim teknolojileri sayesinde hele de içinde bulunduğumuz ve zaman kavramı belirsizliğini koruyan salgın döneminde somutlaşmış olarak ne yazık ki hayatımıza girmiştir. Burada öğretmenin etki gücü zayıflamış, öğrenci ise sosyalleşmesi budanarak ve içe kapanmaya ya da havayileşmeye açık halde kendini bulacağı bir sürecin içinde mücadele edecektir. Öte yandan 4+4+4 eğitim sisteminden sonra kız çocuklarının okula devam etme oranındaki düşüşü dikkate alırsak, yaygın eğitim ile bu durumun artarak devam edeceğini öngörmemiz kaçınılmazdır. Okulsuz eğitim girdabının rahatlığında Faaliyetileri artma tehlikesi olan tarikat kurs ve okulları ise ülkemizin geleceğine en büyük tehditlerdendir.
En kısa sürede okullarına kavuşmaları ve ülkenin her köşesindeki okulların iyileştirilmesi dileği ile,
Öğretmenlerimize minnet ve sevgi ile duygulu bir anıyı paylaşıyorum.
Atatürk’ün, 2 Eylül 1928 de Gelibolu ve daha sonra 24 Aralık 1930 yılında Edirne Kız Öğretmen Okulu’nu ziyaretlerinde O’na çiçek sunduğunda, okuyunca ne olacaksın diye kendisine sorduğunda Tarih Öğretmeni olacağını söyleyen ve bunu başarıp II. Türk Tarih Kongresi’ne Gelibolu Orta Okulu Tarih Öğretmeni olarak katılan Refet Angın hatıralarında:
“20-25 Eylül 1937 tarihleri arasında yapılan II. Türk Tarih Kongresi’ne Gelibolu Orta Okulu Tarih Öğretmeni olarak katılmış bulunuyordum. Dolmabahçe Sarayı’nda Kongre çalışmaları devam ederken Afet İnan Hanım, beni bir gün Atatürk’e şöyle tanıttı:
– “Size, çiçeği burnunda bir Tarih Öğretmeni tanıtmak istiyorum.”
Atatürk, bu söz üzerine dedi ki:
– “Çocuk, sen geç kalmışsın, ben, onu tanıyorum.”
Ben de:
-“Paşam, ben emrinizi yerine getirdim ve Tarih Öğretmeni olarak hizmetinizdeyim.” dedim.
Atatürk:
– “Bak, öğretmen okulu eğitim için yeterli değil, görev şimdi başlıyor. Şunu iyi bil ki, çok iyi bir öğretmen olacaksın. Çok okuyacaksın. Sen, zaten okuyorsun; ama, daha çok okuyacaksın. Öğrencilerini yarınlarımıza çok daha iyi yetiştireceksin. Onlara, Kurtuluş Savaşı’nı çok iyi öğreteceksin. Ve bu arada Çanakkale Savaşları’nı da öğretmeyi sakın unutma !” dedi.
Ben:
-“Efendim, biliyorsunuz, ben Geliboluluyum.” dedim.
Atatürk:
– “Evet, biliyorum. Bak, çocuk; bunu neden söylüyorum? Bizi, bu günlere getiren Çanakkale Savaşları’dır. Eğer biz o savaşları kaybetmiş olsaydık, bugünkü bağımsız dünya toplulukları şimdiki gibi olmayacaktı.” diye konuşmasına devam etti.
Ben ise:
– “Tamam, Paşam! Emredersiniz!” şeklinde karşılık veriyordum.
Atatürk, sözlerine şunları da ekledi:
– “Bak, çocuk; sana bir şey daha söyleyeceğim: Hep birlikte başardığımız inkılâpları ve onun temeli olan ilkeleri sen yaşatacaksın. Gerektiğinde de bunlar için mücadele edeceksin. Bunları sakın ha, unutma!”
Ben:
-“Paşam, nasıl unuturum? Cumhuriyeti nasıl kazandık? Siz, Yüce Kahraman Atatürk’sünüz.” diye cevap verdim.
Atatürk, sözlerini şöyle bitirdi:
– “Biliyorum, ama yine de unutma diyorum!”
*Tasavvur/Nuran Çınar (makale)