Van’dan önce Van’dan sonra

Acılı ve şaşırtıcı bir hafta geçirdik yine. Van depremi, özellikle son sarsıntıda yaşamını yitirenler hepimize çok önemli bir ders verdi. Ben bu dersin, bizim yakın tarihimiz açısından da oldukça anlamlı olduğunu düşüyorum. Belki de, bu günlerde biten bir tarihi anlatmak için, yarın tarihçiler ‘Van depremi’ metaforunu kullanacaklar. Düşünün, Van’ın kurulu olduğu topraklar binlerce yıl öteden gelen medeniyetlere kucak açmış. Üç önemli uygarlık (Urartu, Selçuklu ve Osmanlı) bu topraklarda sayısız eser bırakmış. Bu eserlerin bugüne gelenleri depremde yıkılmadı. Yani yaklaşık üç bin yıllık yapılara depremde bir şey olmadı.

Urartu uygarlığının en önemli yapılarından olan Van Kalesi ayakta. Mimar Sinan’ın eserlerinden olan ve 1567 yılında yapıldığı bilinen Hüsrev Paşa Camii ayakta…

Bizim hoyratlığımıza uğrayıp yok olanlar dışında onlarca kilise, camii, kümbet, köprü de bu depremde yıkılacak kadar zarar görmedi. Yani deprem, Türkiye Cumhuriyeti’nden önce bu topraklarda kurulmuş olan üç büyük uygarlığın, bize rağmen, hâlâ ayakta kalan eserlerine pek zarar vermedi. Ferhat Kentel, geçen gün Van depremi için Türkiye’nin betonla ‘uygarlaşması’ ya da ‘modernleşmesi’ bir kez daha enkazın altında kaldı diyordu.

Çok doğru ama burada, ‘bir kez daha’ vurgusuna dikkatinizi çekerim. Bu ‘modernleşme’ hikâyesi, sayısız defalar enkaz altında kaldı; en çok da, paradoksal bir şekilde, asker çizmesi altında ezildi. Ama her seferinde hiçbir şey olmamış gibi yola devam edildi. Ama artık yeter! Ölen gencecik insanlardan, yurttaşlarımızdan utanmamız yoksa dokuz şiddetinde depremlerin ülkesi Japonya’dan gelip, 5 şiddetinde depremde ölen Miyazaki’den utanalım (bu arada Dr. Miyazaki’nin adının verileceği Van’da hastane kampanyası çok anlamlı, umarım gerçekleşir).

Aslında Van depremi, korkularımızı da yeneceğimiz ve bu anlamda gerçekleri söyleyeceğimiz bir milat olmalı. Yani seksen küsur yıldır süren bu çarpık ‘modernleşme’ hikâyesinin bittiğini, yeni demokratik bir Cumhuriyet kurmanın zamanının geldiğini, bütün saplantılardan, korkulardan, 20. yüzyılın kanlı bataklığında kaybolmuş ideolojilerden kendimizi sıyırıp ilan edelim. Burada ısrar, şimdiye kadar bu ‘yola’ karşı çıkanları vurdu. Her kesimden, her düşünceden insan baskıcı rejimin gazabına uğradı. Mustafa Suphi’lerden Bediüzzaman’a, Sabahattin Ali’ye, Menderes’e kadar birçok aydın, düşünür, siyasetçi katledildi, zulüm gördü. Ama bu çürümüşlük öyle bir yere geldi ki, burada ısrar etmek yalnız statükoya karşı çıkanları değil, o statükoyu koruyan, onu oluşturanları da vuracak bundan böyle… Çünkü bu statükoyu, çürümüşlüğü körü körüne savunanların artık bu yüzyılda tek çaresi darbe, kör terör, baskı gibi insanlık dışı yöntemlere başvurmaktır. İşte görüyorsunuz, zamanımız öyle bir zaman ki, zaten bunu yapmaya kalkanlar açığa çıkıyor, yargılanıyor. Ergenekon, Balyoz davaları tam bu sürecin bir sonucu olarak gündemimizde bugün.

AB ve ABD için geri dönüş yok!

O zaman tam da şimdi önümüze çıkan tarihi fırsatları değerlendirelim. Bugün Avrupa’da somutlanan küresel kriz aslında 21. yüzyıla damgasını vuracak büyük bir dönüşümdür. Avrupa bu haliyle bitiyor, Ortadoğu da bu haliyle bitiyor. Peki, biz nasıl Türkiye’nin askeri-faşist bir Anayasa ile bu değişim fırtınasının ortasında seyahat edeceğini sanıyoruz. Bu tarihsel bir aymazlık ve sonuçta da tarihsel bir yenilgi değil midir?

Cuma günkü yazımda, Avrupa’nın krizde olan üç ülkesinin (İspanya, İtalya ve Fransa) krizinin aslında finansal değil, reel bir kriz olduğunu anlatan bir grafik yayınladım.

Şimdi ABD’nin durumunu anlatan bir grafik var sayfamızda. Burada ABD’de 1948’den beri düşen kâr oranlarını ve sermayenin artan organik bileşimini (üretken sektörlerde yapılan yatırımlarda sabit sermaye ve değişken sermaye oranı) görüyorsunuz. ABD’de kâr oranlarının düşüş eğilimine dikkat edelim. Mesela 70’lerin başında dip yapmış ama Vietnam Savaşı ve militerleşen ekonomi kârları tekrar sıçratmış. Kârlar, 2000 yılından itibaren 2008 krizi öncesine kadar, yeni teknoloji ve finans getirisi ile yükselmiş; işte bu süreçte, ABD’nin AB’den farkı bu. Ancak ABD’de de işin tıkandığı noktadayız. Yetmişler geri gelmeyecek.

Sonuç: ABD ve Avrupa, büyük değişimle sonuçlanacak tornistan dönemine girdiler. Doğu, daha da öne çıkacak. AB, önce çözülecek ama sonra bir Avrupa Birleşik Devletleri yolculuğu başlayacak. Bu arada Ortadoğu’nun sınırları değişecek ve entegrasyon hızlanacak. Türkiye’nin önemini ve fırsatını görüyor musunuz?