Velayet, 18 yaşından küçüklerin veya hakim tarafından kısıtlanan ergin çocukların bakımı, eğitiminin sağlanması, korunması ve temsil edilmesi için öngörülmüş hukuksal haklardır. Bu hak aynı zamanda ödevleri beraberinde getirmektedir.
Ülkemizde bu haklar medeni kanunda yalnızca anne ve babaya tanınmıştır. Çocuğun doğru ve sağlıklı gelişimi, ihtiyaçlarının karşılanması ve hoş görülü ortamda yetiştirilmesi için bu hak oldukça önem arz etmektedir.
Velayetin değiştirilmesi, velayetin kaldırılması ve velayete ilişkin tüm davalarda görevli mahkeme Aile Mahkemeleridir. Aile Mahkemelerinin bulunmadığı yerlerde ise Asliye Hukuk Mahkemeleri görevlidir.
Yetkili mahkeme ise, davacı veya davalının yerleşim yeri mahkemesidir.
Velayet davalarının süresi her dosya ve mahkemelerin yoğunluk süreleri dikkate alındığında farklılık göstermektedir. Genel anlamda bu davaların yaklaşık 1-1,5 yıl sürdüğü söylenebilir.
Velayetin kaldırılması, eşlerden birinden alınarak diğerine verilmesi, kamu düzeniyle ilgili olup. hakimin re’sen (kendiliğinden) harekete geçtiği ve re’sen araştırma ilkesinin geçerli olduğu işlerdendir.
Aile mahkemesi, görev alanına giren konularda önüne getirilen uyuşmazlıklarda, küçükler hakkında, bakım ve gözetimine yönelik nafaka yükümlülüğü konusunda gerekli önlemleri almaya, bedensel ve zihinsel gelişmesi tehlikede bulunan veya manen terkedilmiş halde bulunan küçüğü, ana ve babadan alarak bir aile yanına ya da özel sağlık kurumuna veya eğitimi güç çocuklara mahsus kuruma yerleştirmeye, bu hususlarda bir talep olup olmadığına bakmaksızın kendiliğinden karar verebilir.
Aşağıdaki hallerin varlığında velayetin kaldırılmasına karar verilir:
Velayetin kaldırılması mevcut ve doğacak bütün çocukları kapsar. Velayetin kaldırılmasını gerektiren sebep ortadan kalkmışsa hakim, re’sen (kendiliğinden) ya da ana veya babanın istemi üzerine velayeti geri verir.
Velayet ve kişisel ilişkiye yönelik düzenlemelerde öncelikle çocuğun bedensel ve zihinsel gelişmesi, yararı göz önünde bulundurulmak zorundadır. Velayetin düzenlenmesi ve değiştirilmesi kamu düzeni ile ilgili olup, tarafların bu konuda anlaşma içinde olmaları veya davalının davayı kabul beyanı tek başına yeterli değildir.
Velayetin kaldırılması ve değiştirilmesi şartları gerçekleşmedikçe, ana ve babanın velayet görevlerine müdahale olunamaz.
Velayetin kaldırılması halinde nafakaya ilişkin hükümler saklı olmakla birlikte, ana ve babanın çocuklarının bakım ve eğitim giderlerini karşılama yükümlülükleri devam eder.
Çocuğun korunmasına ilişkin diğer önlemlerden sonuç alınamaz ya da bu önlemlerin yetersiz olacağı önceden anlaşılırsa, hakim aşağıdaki hallerde velayetin kaldırılmasına karar verir:
Anlaşmalı şekilde boşanacak kişiler aralarında yapacakları anlaşma içerisinde çocuklarının velayetleri konusunda bir anlaşmaya varmış olmaları gerekmektedir. Fakat taraflar protokole uygun davranmamışlar ise, anlaşmalı boşanma davasından sonra velayet davası açılabilecektir.
Bilinmesi gerekir ki; anlaşmalı boşanma davasından sonra, olumlu veya olumsuz yeni koşullar oluşmuş ise taraflar velayet değişikliği davası açılabilecektir.
Anlaşmalı boşanmada çocuğun kimde kalacağı ve diğer tarafında çocuğu ne zaman, ne kadar göreceği gibi konuların belirtilmesi gerekmektedir. Velayet konusunda tarafların aralarında yapacağı protokol, büyük oranda kabul görecektir. Ancak, taraflar anlaşmalı boşanma protokolünde kararlaştırdıkları hususlara uymadan, kamu düzeni veya çocuğun üstün yararına dikkat etmeden velayet konusunu düzenlenmişler ise, hakim bu hususu kendiliğinde gözeterek velayet konusunda farklı bir karar verebilecektir. Zira hakim, velayet konusunda her zaman çocuğun menfaatini ön planda tutarak kararlar vermektedir.
Velayet davasının açılabilmesi için yeni durumlar ve koşulların oluşması gerekmektedir. Bu hususları ispatlayan taraf, velayetin değiştirilmesi davası açabilecektir.
Anlaşmalı boşanmadan sonra velayet davası açılabilmesi için kanunda ya da Yargıtay tarafından belirlenen bir süre yoktur. Yani boşanma davasının kesinleşmesinin ardından çocuğun reşit olmasına kadar geçen sürede velayet davası açılabilecektir.
Evlilik birliği sona erdikten sonra ise velayete sahip olan anne veya baba müşterek çocuğun ismini değiştirilmesi için dava açabilir. Bunu velayet hakkı kendisinde olmayan ebeveyni taraf olarak göstererek ve haklı nedenin varlığını ve bu durumun çocuğun üstün menfaatine uygun düştüğünü ispat ederek yapması zorunludur.
Haklı sebeplere; kişinin adının komik, gülünç olması, isminin toplumca bilinen bir suçluya ait olması ya da kötü bir olayla anılması, toplumun genel ahlak kurallarına uygun olmayan isimlerden olması, telaffuzunun zor olması gibi durumlar örnek olarak verilebilir.
İsim değiştirme davası açmak için herhangi bir yasal süre şartı öngörülmemiştir. Yani kişi zamanaşımı veya hak düşürücü süreye tabi olmaksızın istediği zaman dava açabilir.
İsim değiştirme başvurusu davacının yerleşim yerinin bağlı bulunduğu Asliye Hukuk Mahkemesi’ne yapılmalıdır.
Kişisel ilişki, velayeti altında bulunmayan veya kendisine bırakılmayan çocuğun anne-baba ile iletişim kurmasını, görüşmesini ve belirli süre anne veya babada kalmasını içeren karşılıklı haklardır. Yani kişisel ilişki kurma hususu anne veya baba ile kalma ile desteklenecektir.
Örneğin bir yaşını doldurmamış, fiziki olarak annenin bakımına muhtaç ve ona bağımlı durumda olan bir çocuk var ise; bu yaştaki çocuğun anne şefkat ve bakımına muhtaç olduğu göz önünde bulundurulmalı, kişisel ilişki de ona göre düzenlenmelidir. Kişisel ilişki düzenlenirken çocuğun, sağlık, eğitim ve ahlak bakımından yararları esas alınmalıdır..
Kişisel ilişki düzenlenirken mahkemenin çocuğun bedeni, fikri ve ruhsal gelişimi esas alması gerekir. Bu da çocuğun menfaatine aykırı düşmedikçe, çocukla diğer taraf arasında yatılı olarak kişisel ilişki kurulmasını gerektirir. Bu bakımdan velayeti anneye bırakılan çocukla baba arasında kişisel ilişki tesis edilirken haklı ve geçerli bir sebebin olmaması durumunda çocuk, babası yanında yatılı kalabilmeli ve düzenleme çocuğun üstün yararı gözetmeli ve babası ile de kişisel ilişki kurabilmesini sağlamalıdır.
Mahkeme tarafından velayet hakkı anneye verilmesi durumunda, baba ile çocuk arasında kişisel ilişki kurulması gerekmektedir. Kişisel ilişki kurulması çocuğun zararına olacaksa hakim bu kişisel ilişkiyi kurmayabilir. Bu durumda babanın buna itiraz hakkı vardır.
Ayrıca çocuğun velayeti her ne kadar anneye verilse de gerekli şartların sağlanması durumunda baba velayetin kendisine verilmesi için dava açabilecektir.
Eğer velayetin değiştirilmesi veya kaldırılması şartları gerçekleşmezse, anne veya babanın velayet görevlerine müdahale edilemez.
Velayet davalarında öncelik, çocuğun menfaatidir.
Bu belirlemelerde anne ve babanın yaşamı, gelirleri ve çocuğun yaş grubu son derece önem taşımaktadır. Örneğin 0-3 yaş grubundaki bir çocuk annenin bakımına muhtaç olacağı için (haklı nedenlerin var olmadığı durumlarda) anneye verilecektir.
Bunun dışında; çocuğun çıkarlarını hangi tarafın daha iyi koruyabileceği, çocuğun hangi tarafa duygusal anlamda daha fazla bağlı olduğu, hangi tarafta düzenli ve sağlıklı yaşam şartlarına kavuşabileceği veya hangi tarafta daha iyi ilişkiler içinde olacaksa gibi durumları hakim hakkaniyete göre belirleyecektir.
Mahkeme boşanma veya ayrılığa karar verirken, olanak bulundukça anne ve babayı dinledikten sonra, anne ve babanın haklarını ve çocuk ile olan kişisel ilişkilerini düzenler. Çocuğun hangi ebeveynle mutlu olduğunu hakim belirler. Bunun için de boşanma davalarında çocuk bir pedagog ile görüştürülür ve uzman pedagogun görüşü alınır.
Çocuğum babasıyla görüşmek istemiyor ne yapılabilir? Her ne kadar çocuk babasıyla görüşmek istemese de çocuğun babasıyla kişisel ilişki kurması gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi bu kişisel görüşü engellemenin doğru olmadığını vurgulamıştır.
Velayet çocuğun korunması ve temsil edilmesi için öngörülmüş hukuksal haklardır. Çocuğun velayet hakkı hukukumuzda yalnızca anne ve babaya verilmektedir. Anne ve babanın vefat etmesi halinde ise çocuğun üstün yararı ve menfaatine göre çocuğa vasi atanacaktır.
Yetişkin olmayan çocukların velayeti anne babaya aittir. Yasal bir neden olmadıkça da velayet anne babadan alınmaz.
Anne veya baba, kusurları sebebiyle velayet hakları kaldırılmadıkça;
Boşanma davalarının sonuçlarını etkileyen en önemli unsur tarafların kusur oranlarıdır. Aldatma veya güven sarsıcı hareketlerde bulunulması, diğer eşe olan sadakat yükümlülüğünün ihlal edilmiş olması anlamına gelecektir. Evlilik birliğinin sona ermesine neden olan ve diğer eşe olan yükümlülüğün ihlal edilmesi çocuğun velayet hakkını almasına doğrudan etki etmez. Zira mahkeme sonuç olarak çocuğun bakım ve gözetimini ihlal etmeyen eşe velayet hakkını verecektir.
Fakat bilinmelidir ki, aldatma fiili boşanma sırasında kişiyi ağır kusurlu hale getirecektir. Dolayısıyla boşanma davasında aldatma fiili işleyen kişi, kusurlu bulunacaktır.
Anlaşmalı veya çekişmeli boşanma davasında çocuğun velayetinin taraflardan birine verilmesi durumunda diğer taraf her zaman velayetin kendisine verilmesini talep edebilir. Bunun için Velayetin Değiştirilmesi davasını açması gerekir.
Velayet ile ilgili yapılacak değerlendirmede çocuğun üstün yararı, yaşama ve gelişimi ve çocuğun görüşüne değer verme ilkeleri gereğince velayetin kime verileceği kararlaştırılmalıdır.
Çocuğun anne yanına gittiğinde uyum problemi yaşayacağı, davranışlarının olumsuz yönde değişeceği gibi durumlar var olduğu takdirde velayet anneye verilmeyebilir.
Çocuğun bedensel ve ruhsal sağlığının olumsuz yönde etkilenmesi durumunda yine velayet anneye verilmeyebilir.
Buradaki en önemli husus çocuğun üstün yararıdır. Çocuğun herhangi bir şekilde olumsuz etkilenme durumu olduğu takdirde velayet anneye verilmeyebilir. Bu durumların hepsi aynı şekilde baba için de geçerlidir.
Yargıtay’a göre; ” Annenin ahlaka aykırı bir meslek yapması onun kötü bir anne olduğunu göstermez. Anne çocuğu bu yaşantısının dışında tutabiliyorsa ve çocukla yaşam biçimi çocuğun yararına ise, velayet anneye verilebilir.” demiştir. Buradan da anlaşılacağı üzere kadının eskortluk yapması, kadının konsomatris olması ve diğer ahlaka aykırı davranışlar sergilemesi demek velayetin ona verilmeyeceğini göstermez. Önemli olan bu yaşantısının çocuğun hayatının dışında tutabilmesidir.