Çağdaş hukukta, velayet öncelikle görevdir. Ana baba, velayet nedeniyle kendilerine yüklenen ödevleri yerine getirmekle yükümlüdürler. Velayet, çocuğun menfaatine kullanılması gereken bir yetkiler yumağıdır. Bu nedenle çocuğun yararına olacağı aşikar olan sünnet yaptırma işleminin habersiz olması başlı başına velayetin kötüye kullanılması olarak sayılmaz. Konu hakkında verilen Yargıtay hukuk genel kurulu kararı aşağıdadır.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 1992/2-140
K. 1992/248
T. 15.4.1992
DAVA : Taraflar arasındaki “velayetin tevdii” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; ( Ankara Ondördüncü Asliye Hukuk Mahkemesi )nce davanın reddine dair verilen 4.2.1991 gün ve 572-65 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay İkinci Hukuk Dairesi’nin 21.5.1991 gün ve 4035-8188 sayılı ilamıyla; ( …Dosyadaki delillerden, velayet hakkı kendisine bırakılan davalı annenin, davacı babadan gizli olarak ve kendisine hiç bir surette bilgi verilmeden müşterek çocuk 1979 doğumlu Göktuğ’u sünnet ettirdiği, bir erkek evladı bulunan davacı babanın olayı üçüncü şahıslardan öğrendiği, yeni evlilik yapan ve bu sebeple kocası ile yurtdışına çıkmak zorunda kalan davalının okul idaresine ve babaya malumat vermeksizin çocuğu beraberinde götürdüğü, okul idaresi tarafından keyfiyetin babaya bildirildiği ve öteden beri babanın çocukla mahkeme hükmü ile tanınan yasal görüşme hakkını kısıtladığı anlaşılmaktadır. Gerçekten, olaylardan davalı annenin, hayatta bir kere olabilecek ve Türk örf ve adetine göre ananın babanın mürüvveti ve gururu sayılacak sünnet düğün merasimini ve özellikle yurt dışına çıkıp adresini babadan sakladığı ve aşikar biçimde çocukla baba arasında yasa hükümlerince tesis edilen görüşme hakkını ve babalık duygularının tatminini önlemeye çalıştığı görülmektedir.
Anlaşılmaktadır ki, davalı, baba ve çocuk ilişkilerinde açık, samimi ve babanın çocuk üzerindeki haklarına, dolayısı ile kanuna karşı saygılı değildir.
Velayet hakkı kullanılır iken çocuğun bedeni, fikri ve özellikle psikolojik gelişmesine özen gösterilmesi ve gerek bedeni, gerek ruh sağlığı açısından çocuk üzerinde olumsuz etki bırakılacak söz ve davranışlardan sakınılması gerekir. Olayımızda davalı annenin, babaya karşı gayet sert ve katı davranışlarda bulunduğu özellikle baba ile oğul’un görüşmelerinin engellenmeye çalıştığı gerçekleşmiştir. Bu halin ileride çocuk üzerinde olumsuz etki yapacağı da tartışmasızdır.
Bu durumda, velayet hakkının iyi niyetle ve yasanın tanıdığı haklara uygun şekilde kullanıldığından söz etmek mümkün değildir. Öyle ise olayda Medeni Kanun un 149. maddesinde yazılı koşullar gerçekleştiğinden davacının isteğinin kabulü ile velayetin anneden alınıp babaya verilmesi zorunludur.
Bu yönün gözetilmemesi usul ve kanuna aykırıdır… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz eden : Davacı vekili
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle HUMK’nun 2494 sayılı Yasa ile değişik 438/son fıkrası hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip, dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, velayetin tevdiine ilişkindir.
Hemen belirtmek gerekir ki, Hukuk Genel Kurulu’nun 16.10.1991 gün ve 360-502 sayılı kararında da açıkça vurgulandığı üzere; velayet, çocukların bakım, koruma ve çeşitli yönlerden yetiştirilmelerini sağlamak amacıyla ana babanın, çocukların, şahısları ve malları üzerinde haiz oldukları hak, yetki ve ödevlerdir. Çağdaş hukukta, velayet öncelikle görevdir. Ana baba, velayet nedeniyle kendilerine yüklenen ödevleri yerine getirmekle yükümlüdürler. Velayet, çocuğun menfaatine kullanılması gereken bir yetkiler yumağıdır. Bu nedenle, velayetin kapsadığı yetkiler, kötüye kullanmaya karşı çok duyarlıdır ( Prof.Dr. B.Köprülü- Prof. Dr. S.Kaneti, Aile Hukuku, 1986 baskı, sahife 248 ).
Yine MK.nun 149. maddesine göre, velayet hakkına tek başına sahip olan ana veya baba, bir başkası ile evlenirse, veya başka bir yere giderse, hakim re’sen veya ana ve babadan birinin talebi ile olayın gerektirdiği tedbirleri alır. Ancak, vurgulamak gerekir ki, kendisine velayet tevdi edilmiş eşin, evlenmiş bulunması veya yeni eşinin görevi nedeniyle başka bir yere gitmiş olması MK.nun 149. maddesi uygulanarak, velayetin kendisinden alınıp diğer tarafa tevdii için başlıbaşına yeterli bir neden değildir. Bu yeni oluşumların, çocuk için maddi ve manevi zararlar vereceğini gösteren çok ciddi belirtiler bulunmalıdır.
Somut olayda ise velayetin anadan alınıp davacı babaya tevdiini gerektirecek nitelik ve ağırlıkta bir oluşumun varlığı kanıtlanabilmiş değildir.
O halde, açıklanan ilkelere uygun bulunan yerel mahkeme kararı onanmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ( ONANMASINA ), gerekli temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 15.4.1992 gününde, oyçokluğuyla karar verildi.
Bu konu hakkında benzer makaleler için tıklayın