Yaşar Karayel: “Vakıflar bizim yitik malımız, yitiğimize sahip çıkmalıyız”

İsmini milletvekilliği yaptığı dönemlerde duyuyordum. Son seçimlerde 3 dönem kuralına takılıp milletvekili olamadı. Ama öncesinde 23, 24 ve 25. dönemlerde meclisteydi. Milletvekiliğinin öncesine uzanırsak, İstanbul Kültür ve Turizm Müdürlüğü yaptığı dönemde, önemli çalışmalara imza atmış biri Yaşar Karayel. O tam bir kültür adamı.

Kendisiyle vakıf medeniyeti, vakıf kültürü, vakıfların geçmişi ve günümüzde vakıflara dair hoş bir sohbet gerçekleştirdik. Kendisinin de özellikle İstanbul’daki vakıflarla ilgili çok faydalı çalışmaları olmuş geçmişte.

Yaşar Ağabey önemli şeyler anlattı ve önemli uyarılarda bulundu. Söyleşinin başlığına da çektiğim gibi, Osmanlı’nın yıkılması sonrasında vakıflarımızın çok hor ve hakir görüldüğünü, normal bir malmış gibi satıldığını, müslümanların vakıf mallarını almamasından dolayı da gayri müslimlere satıldığını anlattı. Ve vakıfların ‘bizim yitik malımız’ olduğunu, onlara sahip çıkmamız gerektiği uyarısında bulundu. Bu anlamlı ve faydalı söyleşimizi istifadelerinize sunuyoruz.

Vakıf denilince aklımıza ne gelmelidir?

Vakıf denilince aklımıza her işin içinde olduğu bir medeniyet geliyor. Vakıf malumunuz bir malın veya hizmetin bir kâr amacı gütmeden ihtiyaç sahiplerine tahsis edilmesidir. Tahsis edilen bu mal esasında Allah’a aittir ve insanların hizmetine sunulan bir menkul veya gayri menkuldür. Onun için vakıf hepimizin hayatında önemlidir.

Peki vakıflara karşı bu ilginiz nasıl başladı?

Benim ilk memuriyetim vakıflarda başladı. Öğrenci yurt müdürlüğü ile. Talebe Birliği’nde talebeydik ve mezun olduk. Dediler ki yurda müdür aranıyor. Ben bir odasında öğrenciyken, diğer odaya geçip müdür oldum. Böylelikle vakıflarda memuriyetimiz başlamış oldu. Daha sonra Vakıf Gureba Hastanesi’nin müdürlüğünü yaptım. Böyle olunca vakıfların fiilen içinde olmuş oldum.

Hem medeniyetimizin unsurları olan vakıflar var. Bir de vakıf insanlar var. Onların yapmış oldukları hayır hasenat, bugün içinde bulunduğumuz İstanbul’un çok büyük yerlerine isimleri verilmiş, hizmetleri geçmiş, büyük vakıf insanlarımız var. Biliyorsunuz vakıf kavramı ilk peygamberimizle başlıyor. Kendisine ait olan hurmalıkları vakfetmiş peygamberimiz ve ümmet istifade etmiş. Daha sonrasında Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Cabir gibi zatlar mallarını vakfetmişler. Özellikle su sıkıntısı olduğu bir dönemde Hz. Osman’ın yahudilerden satın aldığı bir su kuyusunu vakfetmesi büyük bir olaydır o günün şartlarında.

Bizim medeniyetimizde en çok hangi dönemde vakıflar yapılmış ve vakıf müessesesine önem verilmiştir?

Selçuklular dönemi vakıf medeniyetinin şaha kalktığı dönemdir. Özellikle bu dönemde Erzurum’dan başlayan, Sivas, Kayseri, Maraş, Konya, Edirne, Bursa kadim şehirler olarak Selçuklu ve Osmanlı medeniyetinin kadim eserlerinin en yoğun şekilde yükseldiği yerlerdir. Bunlara baktığımız zaman Kayseri’de ilk tıp mektebi, üniversite, şuan da Erzurum’da gördüğümüz Ulu camiler ve diğerleri Selçuklular’dan Osmanlılar’a intikal etmiş şahaserlerdir.

Mesela Kayseri’de bir tane Osmanlı eseri var. Diğer tüm tarihi yapılar Selçuklular’dan kalmıştır. Konya’dada öyledir, Sivas’tada öyledir, Maraş’tada öyledir. Anadolu’nun her yerinde saraylar, hanlar, hamamlar, köprüler ve bunlarla alakalı tüm alt yapılar Selçuklular döneminin eserleridir. Onlardan Osmanlılar’a intikal etmiş ve hala ayaktadırlar.

Türkler’de İslam’dan önce de vakıf anlayışı var mıydı?

Tabi ki vardı. Mesela Göktürk Abideleri birer vakıf anlayışıdır. Çünkü bu abideler orada yazılı olan bu anıtlarda yazılanlardan anlıyoruz ki, islamdan öncede türklerde iyilik ve hayır tavsiyeleri yapıldığını görüyoruz. Biliyorsunuz hadis var. “İnsanların en hayırlısı insanlara hizmet edendir.” Yine “düşünmez misiniz”, “akletmez misiniz” diye ayetler var. Bunların hepsi islami anlamdaki vakıfların kuruluş temellerini oluşturmaktadır.

Onun için hem sevap kazanmak, hem ahireti kazanmak hem de insanları bulundukları konumlardan daha üst bir seviyeye yükseltmek için, Allah’ın ve peygamberimizin tavsiyelerine uyarak bu vakıflar hep insana ve insanlığa hizmet etmişlerdir. Onun için bizim vakıf anlayışımız islami bir anlayıştır. Kur’an’i ve peygamber anlayışıdır. Bizim abidevi eserlerimize baktığımız zaman, padişahlardır, padişah hanımlarıdır, vezirlerdir, paşalardır. Avamdan vakfiye bırakanların sayısı azdır.

Efendim Türkiye’de yaklaşık ne kadar vakıf var?

Şuan vakıf defterlerine baktığımız zaman Türkiye’de idare edilen vakfların sayısı 50 bine yakındır. Bunların çoğunluğu vakıf defterlerinde kayıtlı, Selçuklu ve Osmanlı’dan bize intikal etmiştir. Bunların bir çoğunun mütevellileri kalmamıştır. Mütevellileri kalmayan vakıflar mecburen vakıflar idaresine devredilmiştir. İlk vakıflar idaresiyle alakalı tasarrufta bulunan da 2. Mahmud’tur. 1880’li yıllarda 2. Mahmud vakıf hukukuyla ilgili tasarruf etmiş, mütevellisi kalmayan vakıfların hepsini vakıf teşkilatına devrettirerek onların işlevlerinin devamını sağlamıştır.

Peki bizim medeniyetimiz daha çok ne tür vakıflar kurmuştur?

Bizde öyle vakıflar kurulmuş ki, hayatın her alanına hizmet edebilecek vakıflar kurulmuş. Kızların evlenmesi için çeyiz temin eden vakıflar, öksüz ve yetimse onların giyim ve kuşamlarını, öksüz çocukların uçurtmasına varana kadar temin eden vakıflar kurulmuş. Yabani hayvanların ihtiyaçlarını karşılamak için vakıflar kurulmuş. Kuşların barınması için, bunlara yuva yapma vs işlemlerini yerine getirmek için vakıflar kurulmuş. Yerlere tükürenler var diye, oradan geçenler mikrop kapmasın diye elinde kiraçle dolaşıp, o tükürüklerin üstünü kapatan insanları tahsis eden vakıflar kurulmuş. Aklınıza gelebilecek neredeyse her alanda vakıflar kurmuşuz.

Vakıf hukuku çok veballi bir hukuktur. Eğer vakfiyesinde yazan, vakfedenin hilafına her hangi bir iş yapılır ve onunla alakalı yanlış işler yapılırsa, Allah onlara yardım etsin. Büyükler demişler ki, “vakıf tarlasından geçerken ayağına oranın toprağından bulaşırsa, o ayağını temizlemeden sakın kendi toprağına girmeyesin.” Böyle veballi bir iş. Ecdadımız bu konulara çok özen göstermiş.

Özellikle son dönemde vakıf eserlerimizin restorasyon çalışmaları hız kazandı. Bu çalışmalarla ilgili bilgi verir misiniz?

Evet özellikle son 15 yılda vakıflarımız hem korunur hale geldi hem de büyük vakıf eserlerimizin restorasyon çalışmaları neticesinde, onları gelecek nesillere aktaracak bir seviyeye getirdik. Bunlara baktığımız zaman, Eyüp Sultan Türbe ve çevresi, Süleymaniye Camii ve haziresi, Sultanahmet’in etrafındaki yerler, özellikle camiler bizden sonra gelecek kuşaklara bizler tarafından intikal ettirilecek inşallah. Vakıflar Genel Mdürlüğü 5 binin üzerinde vakıf eserimizi onardı ve aslına uygun şekle getirip, yeniden medeniyetimize kazandırdı ve kazandırmaya da devam ediyor.

Bu çalışmalar sadece yurt içinde değil, yurtdışında da devam ediyor. Özellikle TİKA bu konuda öncü bir kurumumuz olarak takdire şayan çalışmalar yürütüyor. Ecdadın bıraktığı nerede ne kadar eser varsa, biz peşine düştük ve elimizden geldiğince yeniden ihya çalışmaları yürütüyoruz.

Ama herşeyden önemlisi bunlara sahip çıkmamız gerekiyor. Ve bunlara sahip çıkarken insanlara iyilik amacı gütmeyi asla unutmamak gerekiyor. Evet taş üstüne koymak önemli ama bunların hepsi insana hizmet etmek için var. Eğer hizmet etmiyorsa, hiç bir eserin taş yığınından başka bir özelliği olmaz. Cemaati olmayan bir camininin silüet olarak kıymeti var ama hizmet olarak kıymeti olmaz.

‘Nal vakfı’ diye bir şey okumuştum. Çok şaşırtıcı değil mi?

Evet geçmiş dönemlerde ecdadımız atların ve eşeklerin tırnakları açılınca, bunlarla ilgilenecek nal vakfı kurmuşlar. Hayvanlara yokuş yukarı binilmesini yasaklamışlar. Hayvanların hakları ile ilgili bir çok vakıf kurmuş ecdadımız. Sırtlarına ne kadar yük vurulacağını bile tarif eden vakıflar kurulmuş. Şimdi ki hayvan hakları savunucuları neyi savunuyor bilmiyorum ama geçmişte bizim ecdadımız hayvanlar için çok ince düşünmüşler ve bu hayvanlara en iyi hizmeti veren vakıfları kurmuşlar.

Yani bu örnekten de anlıyouz ki, ecdadımız nerede bir boşluk varsa o alanda vakıflar kurmuşlar ve devlete yardımcı olmuşlar bu vesileyle…

Doğru. Vakıflar sosyal hayatın her alanında var. Devletin el atmadığı işlerin hepsi vakıflar marifetiyle yapılmış. Bunları yapan insanlar doğrusu zengin insanlar. Bu zenginliklerini hem dünya hem ahiret hayatını kazanmak için harcayan insanlar. İlginç vakıflar kurmuş ecdadımız. Borçluların borçlarının ödenmesi için kurulmuş vakıflar, yazın sıcakta buz dağıtan vakıflar, fakirlere elbise dağıtan vakıflar, cenaze merasimlerinden sonra cenaze sahiplerinin evlerine helva götüren vakıflar, su yollarının/göllerin temizlenmesiyle ilgili vakıflar, savaşa gidecek askerler için at besleyen vakıflar ve daha bir çok vakıf kurulmuş.

Binlerce vakıf eserlerimiz var evet ama birde abide şahsiyetler, vakıf insanlar var. Bunlara da sahip çıkmalıyız öyle değil mi?

Kesinlikle. Biz eserlere de, eser sahiplerine de sahip çıkmalıyız. Onları unutmamız lazım. İnsanlar asıl unutulduğunda ölürler.Öncelikle bu insanları iyi tanımamız gerekiyor. Bir Ahmet Yesevi’yi bilmemek ayıptır. Padişah hanımlarına bir bakın. Bir çoğunun eserlerini her gün görüyoruz ve hala kullanmaya devam ediyoruz. Hastaneler, mektepler, çeşmeler, camiler… daha neler neler yaptırmışlar. Bu hayırsever hanımefendileri unutmamız gerekiyor. İstanbul’dan camileri, bir takım medreseleri, çeşmeleri kaldırın, İstanbul’un ne değeri kalır ki! Gelen turistler bunlara geliyor. Sultanahmet’i, Süleymaniye’yi kaldırın, kim neye gelsin! Şehri kıymetli kılan içindeki kıymetli eserlerdir. Tekrar edelim, vakıflar bizim yitik malımızdır ve onlara sahip çıkmalıyız. Hepimizin bunlar. Kimsenin değil, hepimizin…