Obama’nın ‘yeni bir döneme geçiş’ adını verdiği savunma stratejisi yarın ne olacak sorusunu merak edenler için bulunmaz kaynak niteliğinde. Ayrıca ABD’de şirket bilançoları da, şu dönem, çok şeyi anlatıyor. Hele Türkiye’de kafaların epey karıştığı bu günlerde, ABD’nin ‘yeni döneme geçiş’ konseptinin hayli açıklayıcı başlıklar içerdiğini söyleyebiliriz.
Aslında Obama yönetiminin bu yeni yönelimi, (Obama’nın Pentagon’da yaptığı sunumda en çok kullanılan kavramlardan birisi yeni yönelimdi.) basında savunma harcamalarındaki 450 milyar dolarlık kesintiden yola çıkılarak anlatıldı. Bu kesintinin ‘yeni yönelimin’ oldukça sembolik bir veçhesi olduğunu belirtelim. Çünkü ABD’nin yeni konsepti, gelecek on yılı anlatsa da, bu yeni çizgi bundan daha ötesini kapsıyor. Zaten, Stratfor’un kurucusu G. Friedman ‘Gelecek 10 Yıl’ kitabında, ABD gelecek on yıla, sahip olduğu takıntılı politikalardan daha dengeli, daha incelikli bir güç kullanımına geçebileceği için şanslı’ tespitini yapmıştı. Ama aynı yerde Friedman şu tespitleri de yapıyor: ‘Amerikan gücünün temeli okyanuslardır. ABD okyanusları kontrol ederse, dünya ticaretini de, güvenliği de kontrol eder. Friedman, ayrıca ABD’nin İslam dünyasıyla mücadele etme takıntısından vazgeçmesi gerektiğini söylüyor. Şöyle devam ediyor: “Bazıları geleceği uzun savaş yani nesiller boyunca sürecek bir çatışma olarak tarif ediyor. Eğer bu doğruysa, o zaman ABD, şimdiden kaybetti demektir. Çünkü bir milyardan fazla Müslüman’la çatışarak uzlaşamazsınız.” Şu sıralar ABD tam da Friedman’ın okyanusları kontrol et ve ilk önce buralarda uzlaş anlayışını hayata geçiriyor. Haftaya Pekin ve Tokyo ziyareti yapacak olan ABD Hazine Bakanı Geithner, bu iki ülkeden, İran’dan ithal ettikleri petrolü azaltmalarını isteyecek ve Çin ile ticaret ve döviz anlaşmazlıklarını gidermeye çalışacak. Yani ABD, İran’ı döverek değil, köşeye iterek yola getirmeye çalışıyor. Bunun için de, Çin ve Japonya ile daha fazla yakınlaşıyor. Tam burada Obama raporuna dönelim; raporda, Ortadoğu’da, Asya Pasifik’te ve Afrika’da ortaya çıkan ‘yeni’ kuşağın, ekonomik ve siyasi reformları, bireysel özgürlüklerin elde edilmesine paralel olarak talep ettikleri vurgulanıyor. Başta Ortadoğu olmak üzere, bütün bu bölgede bu taleplerin desteklenmesinin ise hem Arap ‘uyanışının’ bir riske dönüşmesinin hem de İran gibi ülkelerin nükleer silahlanmasının önüne geçeceği vurgusu yapılıyor. Ancak buralardaki risklerin sürekli bir küresel güvenlik sorununa dönüşmesi durumunda, bölgedeki ‘dost’ ülkelerle işbirliğinin, doğrudan müdahaleye tercih edilmesi gerektiği vurgulanıyor. Buradan şu çarpıcı sonuçları çıkartabiliriz: Bırakın ABD’nin, eskisi gibi birkaç cephede savaşmasını, ABD, işbirliğine ve gücü paylaşmaya dayalı yeni bir güvenlik konseptini geliştiriyor.
Aşağıdaki grafiğimizde 2. Dünya Savaşı’ndan 2019’a kadar (gerçekleşen-öngörü) ABD, kamu borcu ve dış açık seyrini görüyorsunuz. Bunun, eğer Obama seçilirse, 2. Obama iktidarının bitimi olan 2017’ye kadar tırmanması değil, inmesi öngörülüyor. Bu iki trendin, savaşa dayalı bir politik çizgide nasıl yukarı çıktığını (2. savaş, Vietnam ve Bush dönemleri) görüyorsunuz. Şimdi burada ABD ordusunun yeni biçimine bakalım; bu ordu, uzay teknolojilerini, insansız hava araçlarını, füze savunma sistemlerini geliştiriyor. Konvansiyonel silahların en aza indirildiği bir güvenlik sistemi, hiç şüphesiz, yeni ekonomiyi gerektirir.
Şu sıralar ABD’den bilançolar geliyor. Eski sanayi şirketlerinin, alüminyum, demir-çelik, petro-kimya vb, kârları düşüyor. Bilgi iletişim teknolojileri (BİT), uzay sanayi, BİT’e dayalı sektörlerde karlar çıkıyor; buralarda kriz falan yok.
O zaman sonuçlara geçelim: 1) ABD seçimleri, Obama yeniden seçilirse, aynı zamanda, dünyayı topyekûn değiştirecek yeni bir yapılanmanın başlangıcı olacak. 2) Avrupa krizinin çözümü bu seçimi beklemek zorunda. 3) Ancak o zamana değin gerekli hazırlıklar yapılacak. (FED’in yeni genişleme politikaları, Arap baharının desteklenmesi ve Türkiye’deki sürecin ‘hızlanması’ gibi.) Özellikle Türkiye’de kesintisiz demokrasi adımlarının hızlanması, eskinin bütünüyle temizlenmesi ve Türkiye’nin AB ve Ortadoğu’yu dönüştürmeye hazır hale gelmesi gerekiyor. Olan biten budur… Ama bu bizim de çıkarımıza bir durumdur. Bu gerçeğin en çok farkında olanlardan biri de Davutoğlu’dur.