İnsandan yakınıyoruz. Kimimiz insanlardan, kimimiz insanlığımızdan, kimimiz de insansızlıktan yakınıyor. İnsanlardan yakınanlar kendini bilmeyenler, insanlığından yakınanlar kendini bilenler, insansızlıktan yakınanlarsa insanı yanlış bilenler.
Pek çoğumuz insanı yüce bir varlık olarak görüyoruz, bu fikir gururumuzu okşuyor. Fakat gerçekte öyle mi acaba? Geldiğimiz noktada kendi ekosistemini dahi tahrip eden insan türü, duymaktan hoşlandığımızın aksine sefil bir varlık olabilir mi? Sözünü ettiğim sefalet, kendi koyduğumuz ahlak kurallarına göre bir değerlendirme. Doğa durumunda ahlak yok, ahlaksızlık da yok. Kötülük hiç yok. Biz insanlar, tıpkı diğer bazı memeli hayvanlar gibi toplumsal varlıklar olduğumuz, yani toplum içinde var olduğumuz için ahlak ürettik ki bir arada yaşayabilelim. Dolayısıyla ahlak kurallarına uymak, insan için bir “ölüm kalım meselesi” çünkü sağ kalıma ( survival ) hizmet ediyor. Sağ kalımın neye hizmet ettiği ise çok daha büyük bir soru(n).
Bizler çağlar boyu kendimizi yücelttik, türümüzü kutsadık, onu en üstün canlı türü saydık. Oysa durum hiç de öyle değil. İnsan kendine, gezegene, hatta evrene zarar bir varlık. Uzaya bile gelişigüzel çöp salıyoruz. Ne kendimizi mutlu ediyoruz, ne de başkalarını. Kötüyüz, fırsatçıyız, uygun şartlar altında gayet vahşiyiz. Ayrıca ahmak ve hırslıyız, üstelik haddimizi de hiç bilmiyoruz. Tüm bunların üstüne tüy olarak kendi kutsiyetimizi ve muhteşemliğimizi dikiyoruz. Bu anlayışı muhtelif dinlerle ve felsefelerle destekliyoruz. Kendimiz çalıyor kendimiz oynuyoruz, gerçekte diğer canlılar için kanserden dahi kötüyüz.
Yapılan bir çalışmaya göre son 50 yılda, dünya üzerindeki hayvan popülasyonunun yarısı yok oldu. İnsan ırkı tüm gezegendeki biokütle nin %0.01’ini oluştururken “vahşi” diye nitelenen hayvanların % 83’ünü, bitkilerinse %50’sini ortadan kaldırdı. Velhasıl insan, sadece içinde var olabildiği ekosistemi dahi ifsat etmekten kendini alamıyor. Dini terminoloji ile söylersek, “yeryüzünde fesat çıkarıyor”. Sonra da kendine başka yerler arıyor! Hâlbuki bu kafayla Mars’a gitsek orayı da tahrip edeceğimiz kesin. (Burayı okuyor musun Elon Musk?)
En nihayetinde bu “muhteşem varlık”, uzun vadede kendi türünün ortadan kalkmasına sebep olacağa benziyor. Eğer derhal “bir ölüm kalım meselesi olarak ahlak” yeterince ciddiye alınmazsa, insanlığı karanlık bir son bekliyor.
İnsanın mevcut haliyle ahlaklı bir varlık olmadığı çok açık. Kitlesel olarak herkesin yararına olduğuna inandığımız ilke ve kurallar, ahlak anlayışımızı oluşturuyor fakat hepimiz uygun şartlar altında, o ilkeleri rahatlıkla delebiliyoruz. Dinlerin bin yıllardır yapmaya çalıştığı şey, bir arada yaşamanın makul müştereğini yani ortak aklî kurallarını yaygın hale getirmek. Ne var ki tarih boyunca tüm dinlerin toplumsal düzeydeki uygulayıcısı olan kişiler arasında, tevir türlü ahlaksızlıklara rastlamak hiç de ender bir durum değil. Velhasıl biz insanlar benimsediğimiz, kabul ettiğimiz, uygulamayı çok önemli gördüğümüz ahlak kurallarına dahi uymuyoruz. Her fırsatta onları deliyoruz, eğip büküyoruz, kendimize yontuyoruz. İşte biz böyle varlıklarız.
Bu işin daha da garip, paradoksal bir tarafı var. O da içimizden bazılarının tüm bu rezaletten duyduğu rahatsızlık. Bazı insanlar insanın tutarsızlığından ve ikiyüzlülüğünden yakınıyor, bunu kabul edilemez buluyor. “Tüm insanlar diğerlerinin ikiyüzlülüğünden şikâyetçi” diyebilirsiniz, doğru. Ama bu bazıları kendi ikiyüzlülüklerinden, tutarsızlıklarından, yani İNSANLIKLARINDAN şikâyetçi!
Söz konusu talihsiz azınlık kendini bilenler. Kendini bilmek deyince akla mistik şeyler gelmesin. En nihayetinde onlar da kandırmaca, insanın kendi pisliğini örtmek için üstüne attığı kumlar. Bazı kumda oynayanlar “bilgeciklik” mizanseni sahneliyor, inşa ettikleri kaleler yıkılınca da suçu denize atıyor. Bilgeciklikleriyle belki kendilerini ve böylece diğerlerini, belki de sadece diğerlerini kandırıyorlar. Kitleler bu mistik kandırmacanın peşinden gidiyor. Niceleri telef oluyor bu yolda, niceleri de kum havuzunda mutlu oluyor. Tabii büyük çoğunluğu “mutlu telefler” oluşturuyor, zekâyla ters orantılı olarak…
Ama neticede insan mutlu olmak için muhtelif ölçülerde kendini kandırmaya ihtiyaç duyan bir varlık değil mi? Üstelik her şey gibi bu mekanizma da sağ kalım için!
Fakat bu kadar ahmak olmaya devam edersek, insanın sağ kalımı ne yazık ki söz konusu olamayacak. Çünkü türümüz yok olacak. Bu varoluşsal tehdide göğüs gerebilmek için her şeyden önce problemi DÜRÜSTLÜKLE tespit etmek gerekiyor. İnsan türünün devamı için atılması gereken ilk adım, gerçekte ne olduğumuzu anlamak adına insan denen varlığı CESURCA masaya yatırmak. Demem o ki yapılması gereken şey “kendini bilmek” ! Ne kadar da klişe bir laf, öyle değil mi? Ama ben “kendini bilmek” derken, zihinsel ya da spiritüel öz tatminden söz etmiyorum. Tam aksine, insanın GERÇEKTE ne olduğunu bilmek için tüm klişeleri darmaduman etmekten, konfor bozmaya cesaret etmekten bahsediyorum!
Var mısınız?
Açık Fikir kategorimizi keşfetmeye devam etmek isteyenler için: Zaman Mı Uçuyor, Algılarımız Mı Kanatlanıyor?