Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.
Açıköğretim derslerinden Yeni Türk Edebiyatına Giriş 2 Dersi 2. Ünite Özet için hazırlanan ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.
Türk edebiyatı 19. yüzyıl ortalarında önemli bir kırılma yaşayarak süregelenden farklı bir edebiyat anlayışına doğru yönelir. Edebiyattaki bu değişiklik hayatın bütününü kaplayan, adım adım ilerleyen, zaman zaman direnişlerle karşılaşan, ileriye ve geriye atılan adımlarla süren ve birkaç yüzyıllık bir hazırlık döneminin sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
II. Mustafa (1695-1703)
Sultan III. Ahmet (1703-1730)
Diğer taraftan ise Lale Devri İstanbul’da zevk ve eğlencenin başladığı, sanatın inceldiği, ama “sahte” bir zenginlik döneminin yaşandığı israf yılları olarak görülür. Bu dönem, Patrona Halil isyanı olarak bilinen kanlı bir ayaklanma ile sonuçlanır.
Sultan I. Mahmut (1730-1754)
Sultan III. Osman (1754-1757)
Kısa süren saltanatı boyunca Osmanlı ülkesinde içeride ve dışarıda huzur hâkim olmuştur.
Sultan III. Mustafa (1757-1774)
Sultan III. Selim (1789-1807)
Büyük bir devlet olarak sınırlarını ve toprak bütünlüğünü koruma gayreti içinde olan Osmanlı için Batı’ya yöneliş öncelikle askeri alanda başlamıştır. Ancak zamanla Batı’nın diğer yönleriyle de tanışan Osmanlı İmparatorluğu’nda çok boyutlu bir değişim hareketi başlatılmıştır. 18. yüzyılın başlarından itibaren Batılılaşma süreci altı başlık altında toplanabilir:
Tercüme Faaliyetleri ve Tercüme Heyeti: Bir medeniyetin diğer medeniyeti doğru biçimde tanıması için o medeniyetin zihnî birikimini taşıyan eserlerinin tercüme edilmesine ihtiyaç vardır. Osmanlı dünyasında Batılılaşma yolunda ilk ciddi ve programlı adımlar III. Ahmet ile Sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın “Lale Devri” olarak adlandırılan iktidar yıllarında atılır. Bu adımların başında da Batı medeniyetini oluşturan birikimin tanınması ve Osmanlı ülkesine aktarılması amacıyla başlatılan ve desteklenen tercüme faaliyetleri gelir. 1717’de bir Tercüme Heyeti oluşturulur. Tercüme Heyeti, içlerinde divan şairi Nedim’in de bulunduğu, dönemin dil bilen insanlarından oluşan yirmi beş – otuz kişilik bir gruptur. 18. yüzyılın başlarında ve Batılılaşma çabalarının ilk adımı olarak kurulan Tercüme Heyeti’nin bizzat devrin sultanı ve sadrazamı tarafından düşünülmüş olması, devlet olarak ciddi bir dönüşüme ne denli inanıldığının somut bir göstergesidir. Bununla birlikte,18. yüzyıl başlarındaki Tercüme Heyeti’nin çalışmalarına bakıldığında çevirisi yapılan eserlerin büyük bir çoğunluğunun Batı’ya değil Doğu’ya ait olduğu ve yine büyük kısmının batı bilim ve felsefesinden söz eden eserler olmadığı, daha çok birer din ve tarih kitabı oldukları anlaşılmaktadır.
Tercüme Heyeti’nin kazandırdığı eserler arasında;
Bu yıllarda tercüme faaliyetlerinde yer alan mütercimlerden en önemlileri Yanyalı Esat Efendi ve İbrahim Müteferrika’dır.
Avrupa’ya Sefir Gönderilmesi ve Sefaretnameler : Devletlerin kendilerini temsil etmek üzere başka ülkelere gönderdiği elçilere “sefir”, sefirlerin yaptıkları göreve “sefaret” denmektedir. Avrupalı devletler İstanbul’un fethini takiben Osmanlı ülkesinde daimî elçiler bulundurmaya başlamışlardır. Ortaçağ anlayışına göre elçiliklerin açılması ve elçi kabullerinin tek taraflı olması, kabul eden ülke açısından bir üstünlük ifadesi olarak algılanmıştır. Bu nedenle Osmanlı uzun bir süre kendini başka devletlerde temsil etme ihtiyacı duymamıştır. Osmanlı Devleti 18. yüzyılın sonlarına kadar sultanların tahta çıkışlarını veya kazanılan zaferleri duyurmak, bazı anlaşmaların ya da anlaşmazlıkların şartlarını görüşmek üzere Avrupa’ya elçiler göndermiş, III. Selim devrinden itibaren ise Avrupa’da daimî elçiler bulundurmaya başlamıştır (1793). Osmanlı, 18. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Avrupa’ya gönderdiği temsilcilerinden Batılılaşma sürecini doğru yönlendirmek adına büyük beklenti içindedir. Büyükelçilerin gittikleri ülke hakkında tespit ve gözlemleriyle, yürüttükleri siyasi ilişkiler konusunda kaleme aldıkları raporlara “sefaretname” denmektedir. Osmanlı sefaretnameleri içerikleri yüzünden çoğu zaman seyahat ya da hatırat türü içerisinde değerlendirilir. Sefaretnamelerde Osmanlı elçilerinin yolculukları, gezdikleri şehirler, saraylar, park ve bahçelere ait izlenimlerden başka katıldıkları davetler, gösteri ve törenlerle ilgili izlenimleri yer almıştır. Sefaretnamelerin siyasi içeriği zayıf kalmıştır. İstanbul’a gelen elçilerin sefaretnameleri, onlarla birlikte gelen kişilerin mektup ve hatıra yazıları, seyyahların seyahatnameleri Avrupa’da bir “Turquerie: Türk modası”nın oluşmasına yol açmıştır. Avrupa’ya giden sefirlerin ve seyyahların yazdıkları da Osmanlı’da özellikle de İstanbul’da bir “Avrupa/Frenk modası”nın oluşumuna katkıda bulunmuştur.
Bu yüzyılın önemli sefaretnameleri arasında şunlar bulunmaktadır:
Matbaanın Kurulması ve Basılan İlk Kitaplar: Matbaa bilimin, sanatın ve düşüncenin geniş kitleler tarafından öğrenilmesini, bilginin yayılmasını sağladığı için aydınlanmanın önünü açan en önemli icattır. Avrupa’da matbaanın kullanılmaya başlamasıyla Rönesans ve Reform hareketleri ile başlayıp Aydınlanma Çağı ile devam eden ve Fransız İhtilali’yle doruk noktasına ulaşan bir süreç yaşanmıştır.
Matbaanın Osmanlı ülkesindeki serüveni de bundan farklı değildir. Osmanlı’da 1. Matbaanın bir Hristiyan icadı olması ve bu makinelerle İslami eserlerin basılmasının doğru olmayacağı görüşü; 2. Müstensihler ve hattatlar gibi kitap çoğaltma işini elinde tutan, hatta bunu bir sanat hâline getirmiş hatırı sayılır kalabalığın mesleklerini yitirecekleri ile ilgili kaygıları nedeniyle matbaacılık geç başlamıştır. 18. yüzyılda başı Bütün bunlara rağmen Lale Devri’nde Sultan III. Ahmet ve Sadrazam Damat İbrahim Paşa’nın yenilikçi ve cesur yaklaşımları sayesinde, Yirmisekiz Çelebi Mehmet’in oğlu Sait Çelebi ve İbrahim Müteferrika’nın çabalarıyla Osmanlı ülkesinde de matbaanın kurulması mümkün olur. III. Ahmet’in 5 Temmuz 1727 tarihli fermanı ile de “Matbaa-i Âmire” kurulur. Kendisini daha çok bir coğrafyacı olarak kabul eden İbrahim Müteferrika’nın matbaasında bastığı ilk eserlerden olan Tarih-i Seyyah ve Cihannüma da açıkça bu şahsi ilginin sonuçlarıdır. Matbaada basılan eserler arasında şunlar yer almaktadır:
İbrahim Müteferrika’nın bastığı diğer eserler şöyledir: Tarih-i Seyyâh, Tarih-i Hind-i Garbî, Tarih-i Timur-i Gürgân, Tarih-i Mısr-ı Kadim ve Mısr-ı Cedid, Gülşen-i Hulefa, Grammaire Turque, Füyûzat-ı Mıknatısiye, Cihannüma, Takvim el- Tevârih, Kitab-ı Tarih-i Naima, Tarih-i Naşit, Tarih-i Âsım, Ahvâl-i Gazavat der Diyar-ı Bosna, Kitâb-ı Lisân elAcem el Müsemma bi-Ferhengi Şuûri.
Askerî Islahatlar: Osmanlı, 18. yüzyılın en önemli değişikliklerini askerî sahada gerçekleştirir. Bunda Avrupa’ya gönderilmiş olan elçilerin hazırladıkları raporların, İbrahim Müteferrika’nın yazdığı Nizamü’lümem’deki ısrarlı dikkatlerinin ve asıl önemlisi ordunun üst üste aldığı yenilgilerin büyük payı vardır. Bu değişiklikler şöyle özetlenebilir:
Eğitim Hayatı: 18. yüzyılda askeri ıslahat ile eğitimde ıslahat birbirlerine paraleldir. Büyük bir imparatorluk olarak sınırlarını ve toprak bütünlüğünü korumak için ordudaki düzenlemeleri birinci planda gören Osmanlı’ya Batılı bilimler ve eğitim sistemi, askerî okullar aracılığıyla gelir. Eğitimli askerlerden oluşan Nizam-ı Cedit’in eğitimi için açılan okullar, bu okullarda verilen dersler ve bu dersleri veren hocalar sayesinde Batı’nın pozitif bilimleriyle karşılaşılır. Dolayısıyla 18. yüzyılda eğitimle ilgili en önemli gelişmeler Mühendishane-i Bahri-yi Hümayun (1775) ve Mühendishane-i Berri-yi Hümayun’un (1795) kurulmasıdır. Bu mühendishaneler sayesinde Osmanlı ülkesi matematik, geometri, coğrafya, haritacılık gibi Batılı bilimlerle tanışır ve yavaş yavaş yeni bir eğitim sistemi inşa etmeye başlar. Bu okullarda derslerin büyük kısmının Avrupa’dan getirilen hocalarla sürdürülmesi, Fransızcanın devlet tarafından da tanınan bir dil olması ve yaygınlaşmaya başlamasıyla sonuçlanır.
1727’de İbrahim Müteferrika’nın kurduğu, fakat Patrona Halil İsyanı ile sekteye uğrayan matbaa, İbrahim Müteferrika’nın ölümüyle (1745) neredeyse tamamen durma noktasına gelir. Bütün aralıklı faaliyetine rağmen bu matbaa, Osmanlı dünyasına basılmış kitap fikrini getirdiği; bilginin geniş kitlelerce paylaşılmasını sağladığı; tarih, coğrafya ve dil konusundaki kitaplardan başka haritalar da bastığı için devrin eğitim konusundaki önemli başlangıçlarından sayılır.
1797’de Mühendishane-i Berriyi Hümayun bünyesinde tamamen ders malzemelerinin basımına hizmet etmek üzere bir matbaa kurulur. Mühendishane-i Berri-yi Hümayun bünyesinde ayrıca zengin bir kütüphane kurulur. Eğitim, okul, kitap ve kütüphane birlikteliğinin örneklendiği Mühendishane-i Berri-yi Hümayun, bu anlamda da devri için önemli bir kurumdur.
Sosyal Hayat: 18. yüzyılın sosyal hayatta kaydedilmeye değer en önemli değişiklikleri, III. Ahmet ile Damat İbrahim Paşa’nın mimarı olduğu Lale Devrinde (1718- 1730) görülür. Her ne kadar Patrona Halil (1730) gibi kanlı bir isyanla sonlanan Lale Devri için “sahte zenginlik gösterileri”yle dolu bir dönem tanımı sıklıkla kullanılsa da dönemin sadece bu yaklaşımla değerlendirilmesi doğru değildir. Bu dönemde,
Osmanlı bütün dünyaya insan hak ve hürriyetleriyle milliyetçiliği yayan Fransız İhtilali’ni (1789) kendi içindeki yapılanma çalışmaları arasından belli belirsiz algılamıştır. Hatta olup bitenlerin Fransa’nın kendi iç meselesi olduğu yaklaşımını benimseyen devrin sultanı III. Selim, Avrupa ile ilişkilerinde ihtilal dolayısıyla meydana gelen boşluğu, ordunun ıslahı ile ilgili girişimlerini rahatça sürdürebileceği uygun bir zaman ve zemin olarak değerlendirir.
Bir yandan yeni insan anlayışı diğer yandan küçük milliyetçilikler fikrî ve millî devlet modeli, imparatorluk anlayışını derinden sarsar. Monarşiyle idare edilen Osmanlı, önce Tanzimat Fermanı’nı (1839), sonra da Islahat Fermanı’nı (1856) ilan etmek zorunda kalır. Bütün insan hak ve hürriyetlerinin devletin garantisinde olduğunu, herkesin kanunlar önünde eşit olduğunu ve yazılı kanunlarla muamele edileceğini vb. uygulamaları haber veren Tanzimat Fermanı, bu haliyle bir eşitlik fikrinin peşindedir.
Diğer taraftan, çeşitli dil, din ve milletleri barındıran bir imparatorluk olan Osmanlı, Fransız İhtilali’nin dünyaya yaydığı ve özellikle de imparatorlukları tehdit eden modern bir düşünce olarak milliyetçilik anlayışına karşı da birtakım tedbirler geliştirmek durumundadır. Osmanlı Devleti, küçük milliyetçilikler fikrini kendine dönüştürerek dinin getirdiği birlik fikrinden uzaklaşmaya ve millî bir devlet görünümünü kazanmayı ister. II. Mahmut’un saltanat yılları bu anlamda önemli adımlara sahne olur. Böylece ilk meşrutiyetin ilanına ve Osmanlı Meclis-i Mebusanının kurulmasına (1876) kadar uzanan bir oluşum başlatılmış olur. Tanzimat ve Islahat fermanlarını ilan eden Sultan Abdülmecit’in, Meşrutiyet’in ilanı için şartların henüz olgunlaşmadığını düşünen Abdülaziz’in ve kısa bir saltanat dönemi yaşayan V. Murat’ın saltanat yıllarının sosyal, siyasal ve edebî faaliyetleri ile basını bu çabanın etrafında yer alırlar.
Türk edebiyatı 19. yüzyıl ortalarında önemli bir kırılma yaşayarak süregelenden farklı bir edebiyat anlayışına doğru yönelir. Edebiyattaki bu değişiklik hayatın bütününü kaplayan, adım adım ilerleyen, zaman zaman direnişlerle karşılaşan, ileriye ve geriye atılan adımlarla süren ve birkaç yüzyıllık bir hazırlık döneminin sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
II. Mustafa (1695-1703)
Sultan III. Ahmet (1703-1730)
Diğer taraftan ise Lale Devri İstanbul’da zevk ve eğlencenin başladığı, sanatın inceldiği, ama “sahte” bir zenginlik döneminin yaşandığı israf yılları olarak görülür. Bu dönem, Patrona Halil isyanı olarak bilinen kanlı bir ayaklanma ile sonuçlanır.
Sultan I. Mahmut (1730-1754)
Sultan III. Osman (1754-1757)
Kısa süren saltanatı boyunca Osmanlı ülkesinde içeride ve dışarıda huzur hâkim olmuştur.
Sultan III. Mustafa (1757-1774)
Sultan III. Selim (1789-1807)
Büyük bir devlet olarak sınırlarını ve toprak bütünlüğünü koruma gayreti içinde olan Osmanlı için Batı’ya yöneliş öncelikle askeri alanda başlamıştır. Ancak zamanla Batı’nın diğer yönleriyle de tanışan Osmanlı İmparatorluğu’nda çok boyutlu bir değişim hareketi başlatılmıştır. 18. yüzyılın başlarından itibaren Batılılaşma süreci altı başlık altında toplanabilir:
Tercüme Faaliyetleri ve Tercüme Heyeti: Bir medeniyetin diğer medeniyeti doğru biçimde tanıması için o medeniyetin zihnî birikimini taşıyan eserlerinin tercüme edilmesine ihtiyaç vardır. Osmanlı dünyasında Batılılaşma yolunda ilk ciddi ve programlı adımlar III. Ahmet ile Sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın “Lale Devri” olarak adlandırılan iktidar yıllarında atılır. Bu adımların başında da Batı medeniyetini oluşturan birikimin tanınması ve Osmanlı ülkesine aktarılması amacıyla başlatılan ve desteklenen tercüme faaliyetleri gelir. 1717’de bir Tercüme Heyeti oluşturulur. Tercüme Heyeti, içlerinde divan şairi Nedim’in de bulunduğu, dönemin dil bilen insanlarından oluşan yirmi beş – otuz kişilik bir gruptur. 18. yüzyılın başlarında ve Batılılaşma çabalarının ilk adımı olarak kurulan Tercüme Heyeti’nin bizzat devrin sultanı ve sadrazamı tarafından düşünülmüş olması, devlet olarak ciddi bir dönüşüme ne denli inanıldığının somut bir göstergesidir. Bununla birlikte,18. yüzyıl başlarındaki Tercüme Heyeti’nin çalışmalarına bakıldığında çevirisi yapılan eserlerin büyük bir çoğunluğunun Batı’ya değil Doğu’ya ait olduğu ve yine büyük kısmının batı bilim ve felsefesinden söz eden eserler olmadığı, daha çok birer din ve tarih kitabı oldukları anlaşılmaktadır.
Tercüme Heyeti’nin kazandırdığı eserler arasında;
Bu yıllarda tercüme faaliyetlerinde yer alan mütercimlerden en önemlileri Yanyalı Esat Efendi ve İbrahim Müteferrika’dır.
Avrupa’ya Sefir Gönderilmesi ve Sefaretnameler : Devletlerin kendilerini temsil etmek üzere başka ülkelere gönderdiği elçilere “sefir”, sefirlerin yaptıkları göreve “sefaret” denmektedir. Avrupalı devletler İstanbul’un fethini takiben Osmanlı ülkesinde daimî elçiler bulundurmaya başlamışlardır. Ortaçağ anlayışına göre elçiliklerin açılması ve elçi kabullerinin tek taraflı olması, kabul eden ülke açısından bir üstünlük ifadesi olarak algılanmıştır. Bu nedenle Osmanlı uzun bir süre kendini başka devletlerde temsil etme ihtiyacı duymamıştır. Osmanlı Devleti 18. yüzyılın sonlarına kadar sultanların tahta çıkışlarını veya kazanılan zaferleri duyurmak, bazı anlaşmaların ya da anlaşmazlıkların şartlarını görüşmek üzere Avrupa’ya elçiler göndermiş, III. Selim devrinden itibaren ise Avrupa’da daimî elçiler bulundurmaya başlamıştır (1793). Osmanlı, 18. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Avrupa’ya gönderdiği temsilcilerinden Batılılaşma sürecini doğru yönlendirmek adına büyük beklenti içindedir. Büyükelçilerin gittikleri ülke hakkında tespit ve gözlemleriyle, yürüttükleri siyasi ilişkiler konusunda kaleme aldıkları raporlara “sefaretname” denmektedir. Osmanlı sefaretnameleri içerikleri yüzünden çoğu zaman seyahat ya da hatırat türü içerisinde değerlendirilir. Sefaretnamelerde Osmanlı elçilerinin yolculukları, gezdikleri şehirler, saraylar, park ve bahçelere ait izlenimlerden başka katıldıkları davetler, gösteri ve törenlerle ilgili izlenimleri yer almıştır. Sefaretnamelerin siyasi içeriği zayıf kalmıştır. İstanbul’a gelen elçilerin sefaretnameleri, onlarla birlikte gelen kişilerin mektup ve hatıra yazıları, seyyahların seyahatnameleri Avrupa’da bir “Turquerie: Türk modası”nın oluşmasına yol açmıştır. Avrupa’ya giden sefirlerin ve seyyahların yazdıkları da Osmanlı’da özellikle de İstanbul’da bir “Avrupa/Frenk modası”nın oluşumuna katkıda bulunmuştur.
Bu yüzyılın önemli sefaretnameleri arasında şunlar bulunmaktadır:
Matbaanın Kurulması ve Basılan İlk Kitaplar: Matbaa bilimin, sanatın ve düşüncenin geniş kitleler tarafından öğrenilmesini, bilginin yayılmasını sağladığı için aydınlanmanın önünü açan en önemli icattır. Avrupa’da matbaanın kullanılmaya başlamasıyla Rönesans ve Reform hareketleri ile başlayıp Aydınlanma Çağı ile devam eden ve Fransız İhtilali’yle doruk noktasına ulaşan bir süreç yaşanmıştır.
Matbaanın Osmanlı ülkesindeki serüveni de bundan farklı değildir. Osmanlı’da 1. Matbaanın bir Hristiyan icadı olması ve bu makinelerle İslami eserlerin basılmasının doğru olmayacağı görüşü; 2. Müstensihler ve hattatlar gibi kitap çoğaltma işini elinde tutan, hatta bunu bir sanat hâline getirmiş hatırı sayılır kalabalığın mesleklerini yitirecekleri ile ilgili kaygıları nedeniyle matbaacılık geç başlamıştır. 18. yüzyılda başı Bütün bunlara rağmen Lale Devri’nde Sultan III. Ahmet ve Sadrazam Damat İbrahim Paşa’nın yenilikçi ve cesur yaklaşımları sayesinde, Yirmisekiz Çelebi Mehmet’in oğlu Sait Çelebi ve İbrahim Müteferrika’nın çabalarıyla Osmanlı ülkesinde de matbaanın kurulması mümkün olur. III. Ahmet’in 5 Temmuz 1727 tarihli fermanı ile de “Matbaa-i Âmire” kurulur. Kendisini daha çok bir coğrafyacı olarak kabul eden İbrahim Müteferrika’nın matbaasında bastığı ilk eserlerden olan Tarih-i Seyyah ve Cihannüma da açıkça bu şahsi ilginin sonuçlarıdır. Matbaada basılan eserler arasında şunlar yer almaktadır:
İbrahim Müteferrika’nın bastığı diğer eserler şöyledir: Tarih-i Seyyâh, Tarih-i Hind-i Garbî, Tarih-i Timur-i Gürgân, Tarih-i Mısr-ı Kadim ve Mısr-ı Cedid, Gülşen-i Hulefa, Grammaire Turque, Füyûzat-ı Mıknatısiye, Cihannüma, Takvim el- Tevârih, Kitab-ı Tarih-i Naima, Tarih-i Naşit, Tarih-i Âsım, Ahvâl-i Gazavat der Diyar-ı Bosna, Kitâb-ı Lisân elAcem el Müsemma bi-Ferhengi Şuûri.
Askerî Islahatlar: Osmanlı, 18. yüzyılın en önemli değişikliklerini askerî sahada gerçekleştirir. Bunda Avrupa’ya gönderilmiş olan elçilerin hazırladıkları raporların, İbrahim Müteferrika’nın yazdığı Nizamü’lümem’deki ısrarlı dikkatlerinin ve asıl önemlisi ordunun üst üste aldığı yenilgilerin büyük payı vardır. Bu değişiklikler şöyle özetlenebilir:
Eğitim Hayatı: 18. yüzyılda askeri ıslahat ile eğitimde ıslahat birbirlerine paraleldir. Büyük bir imparatorluk olarak sınırlarını ve toprak bütünlüğünü korumak için ordudaki düzenlemeleri birinci planda gören Osmanlı’ya Batılı bilimler ve eğitim sistemi, askerî okullar aracılığıyla gelir. Eğitimli askerlerden oluşan Nizam-ı Cedit’in eğitimi için açılan okullar, bu okullarda verilen dersler ve bu dersleri veren hocalar sayesinde Batı’nın pozitif bilimleriyle karşılaşılır. Dolayısıyla 18. yüzyılda eğitimle ilgili en önemli gelişmeler Mühendishane-i Bahri-yi Hümayun (1775) ve Mühendishane-i Berri-yi Hümayun’un (1795) kurulmasıdır. Bu mühendishaneler sayesinde Osmanlı ülkesi matematik, geometri, coğrafya, haritacılık gibi Batılı bilimlerle tanışır ve yavaş yavaş yeni bir eğitim sistemi inşa etmeye başlar. Bu okullarda derslerin büyük kısmının Avrupa’dan getirilen hocalarla sürdürülmesi, Fransızcanın devlet tarafından da tanınan bir dil olması ve yaygınlaşmaya başlamasıyla sonuçlanır.
1727’de İbrahim Müteferrika’nın kurduğu, fakat Patrona Halil İsyanı ile sekteye uğrayan matbaa, İbrahim Müteferrika’nın ölümüyle (1745) neredeyse tamamen durma noktasına gelir. Bütün aralıklı faaliyetine rağmen bu matbaa, Osmanlı dünyasına basılmış kitap fikrini getirdiği; bilginin geniş kitlelerce paylaşılmasını sağladığı; tarih, coğrafya ve dil konusundaki kitaplardan başka haritalar da bastığı için devrin eğitim konusundaki önemli başlangıçlarından sayılır.
1797’de Mühendishane-i Berriyi Hümayun bünyesinde tamamen ders malzemelerinin basımına hizmet etmek üzere bir matbaa kurulur. Mühendishane-i Berri-yi Hümayun bünyesinde ayrıca zengin bir kütüphane kurulur. Eğitim, okul, kitap ve kütüphane birlikteliğinin örneklendiği Mühendishane-i Berri-yi Hümayun, bu anlamda da devri için önemli bir kurumdur.
Sosyal Hayat: 18. yüzyılın sosyal hayatta kaydedilmeye değer en önemli değişiklikleri, III. Ahmet ile Damat İbrahim Paşa’nın mimarı olduğu Lale Devrinde (1718- 1730) görülür. Her ne kadar Patrona Halil (1730) gibi kanlı bir isyanla sonlanan Lale Devri için “sahte zenginlik gösterileri”yle dolu bir dönem tanımı sıklıkla kullanılsa da dönemin sadece bu yaklaşımla değerlendirilmesi doğru değildir. Bu dönemde,
Osmanlı bütün dünyaya insan hak ve hürriyetleriyle milliyetçiliği yayan Fransız İhtilali’ni (1789) kendi içindeki yapılanma çalışmaları arasından belli belirsiz algılamıştır. Hatta olup bitenlerin Fransa’nın kendi iç meselesi olduğu yaklaşımını benimseyen devrin sultanı III. Selim, Avrupa ile ilişkilerinde ihtilal dolayısıyla meydana gelen boşluğu, ordunun ıslahı ile ilgili girişimlerini rahatça sürdürebileceği uygun bir zaman ve zemin olarak değerlendirir.
Bir yandan yeni insan anlayışı diğer yandan küçük milliyetçilikler fikrî ve millî devlet modeli, imparatorluk anlayışını derinden sarsar. Monarşiyle idare edilen Osmanlı, önce Tanzimat Fermanı’nı (1839), sonra da Islahat Fermanı’nı (1856) ilan etmek zorunda kalır. Bütün insan hak ve hürriyetlerinin devletin garantisinde olduğunu, herkesin kanunlar önünde eşit olduğunu ve yazılı kanunlarla muamele edileceğini vb. uygulamaları haber veren Tanzimat Fermanı, bu haliyle bir eşitlik fikrinin peşindedir.
Diğer taraftan, çeşitli dil, din ve milletleri barındıran bir imparatorluk olan Osmanlı, Fransız İhtilali’nin dünyaya yaydığı ve özellikle de imparatorlukları tehdit eden modern bir düşünce olarak milliyetçilik anlayışına karşı da birtakım tedbirler geliştirmek durumundadır. Osmanlı Devleti, küçük milliyetçilikler fikrini kendine dönüştürerek dinin getirdiği birlik fikrinden uzaklaşmaya ve millî bir devlet görünümünü kazanmayı ister. II. Mahmut’un saltanat yılları bu anlamda önemli adımlara sahne olur. Böylece ilk meşrutiyetin ilanına ve Osmanlı Meclis-i Mebusanının kurulmasına (1876) kadar uzanan bir oluşum başlatılmış olur. Tanzimat ve Islahat fermanlarını ilan eden Sultan Abdülmecit’in, Meşrutiyet’in ilanı için şartların henüz olgunlaşmadığını düşünen Abdülaziz’in ve kısa bir saltanat dönemi yaşayan V. Murat’ın saltanat yıllarının sosyal, siyasal ve edebî faaliyetleri ile basını bu çabanın etrafında yer alırlar.