Dor istilasından sonra Akhaların büyük bir bölümü Ege adalarına ve Anadolu kıyılarına göç etmiş, bu yerlerde eskisinden daha güçlü koloniler kurmuşlardır.
Bu göçler sonucunda Sultanhisar, Pitane (Çandarlı), Lesbos (Midilli Adası), Te- nedos (Bozcaada), Ephesos (Efes), Miletos (Milet), Priene Symrna (İzmir), Phokaia (Foça), Lebedos (Ürkmez), Halikarnossos (Bodrum) ve Knidos (Datça) gibi yerleşim yerlerini kurmuşlardır.
Yunan tarihinde şehir devletlerine polis deniyordu. Şehrin ortasında yüksek bir tepeye kalın surlarla çevrili olarak yapılan yerlere ise akropolis adı verilirdi.
Kentlerde birbirine paralel ve dik sokaklar arasındaki kare ya da dikdörtgen yapı alanlarından (adalardan) oluşan kent planına ızgara plan adı veriliyordu. Bu uygulamada, yapılar birbirine paralel ve dik kesen caddeler arasında yapılmıştır. Bu plan tipi, Miletoslu Hipodamus’un mimari çalışması, Miletos (Milet), Priene (Priyene), Knidos gibi kentlerde yaşama geçirilmiştir.
Kentlerin merkezi alanında tapınaklar, pazar yerleri (agora), müzik evleri (odeion) ve kütüphaneler vardı. Ayrıca stadium (stadyum), gymnasium (qmnasyum), nymphaeum (nimfeum) gibi yapı türlerine de rastlanıyordu. Tepe yamaçlarına inşa edilen tiyatrolar Yunan kentlerinin vazgeçilmez yapılarıydı.
MÖ 4. yüzyıldan sonra taştan yapılan tiyatrolarda orta kısımda orkestra ve bunu çevreleyen taş basamaklar bulunuyordu. Bunlar İlk Çağ’daki megaron tipli yapıların zaman içinde gelişen örnekleridir.
En eski tapınakların temelleri taştan, duvarları tahta ve kerpiçten, çatılar ise tahtadandır. Daha sonraları ise yapıya büyük bir anıtsallık kazandırmak için etrafı sütunlarla çevrilmiştir.
Tapınaklar basamakla çıkılan bir zemin üzerine yapılmış sütunlu bir giriş (portik) ve buraya açılan kutsal oda (sella)dan meydana gelmiştir.
Tapınaklarda kullanılan sütun ve cephe sistemlerinden yola çıkılarak Dor (Çizim 03.02), İyon (Çizim 03.03), ve Korent (Çizim 03.04), nizamı olarak adlandırılan üç tapınak tipi ortaya çıkmıştır.
Yunanlılar ilk zamanlarda kil, taş, kemik, fildişi ve tunç gibi maddelerden heykelcikler yapmışlar; MÖ VII. Yüzyıldan başlayarak tapınaklar yapılması, bunların süslenmesi, sellaların içine tanrı heykellerinin konulması, yarışmalarda galip gelen atletler için heykel dikilme geleneğinin başlatılması anıtsal heykeltıraşlığın ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Yunan heykel ve kabartma sanatı üç dönem içinde ele alınır:
Arkaik, sanat tarihinde bir uygarlık sanatının ilk evresi, başlangıç dönemidir.
MÖ 7. yy ve 6. yy heykelleri üçe ayrılır:
Bu ekolün en bilinen örnekleri çıplak erkek (kuros) ve genç kız (kore) heykelleridir. Sanatçılar; iri yapılı, kuvvetli ve adaleli çıplak erkek vücutları üzerinde yoğunlaşmaktadırlar. Bu ekolde, Mısır’ın etkisi altında, ayakta duran genç erkek tipinin en karakteristik örneklerinden birisi atlet heykelidir. Heykeldeki genç frontal olarak dimdik ayakta durmakta; sol bacak bir adım ileride ve kollar aşağıya sarkmaktadır. Eller bacakla birleşmiş durumdadır. Göğüs şişkin, karın adaleleri ise çizgilerle belirtilmiştir. İri baş, saçlarla çevrelenmiş basık bir alın, uçları yukarıya kalkık dudaklar ve kuvvetli bir çene dikkati çeker.
Anadolu’nun batısında ve Ege adalarında görülen İyonya ekolündeki heykeller ağırlıklı olarak tapınaklara giden caddelerin iki yanında ayakta ya da oturur şekil- de yer almaktadırlar.
Delfi’de bulunan“İki Delikanlı Heykeli” bu ekolün özgün örnekleri arasındadır. Sisam ‘da bulunmuş iki kat elbise taşıyan heykel yukarıdan aşağı doğru incelmekte olup belden aşağı kısımları ise bir sütun gövdesi gibi yuvarlaktır.
İki ekolün etkilerine MÖ 7. ve 6. yy’da Atina’da rastlanır. Formların daha yumuşak ve yuvarlak şekilde işlendiği, çıplak, genç kadın heykelleri yapılmıştır. Formların daha yumuşak ve yuvarlak olarak işlendiği bu boyalı heykellerin yüzlerinde gülümseme ifadesi vardır.