Cumhuriyet için Devrim, Devrim için Cumhuriyet…
Türkiye Cumhuriyeti, 100. yılına karşı devrim karanlığında giriyor. Geçtiğimiz yüzyılda önce işgalcileri ardından da padişahı yenilgiye uğratarak kurulan Cumhuriyet, rotalarını emperyalizme ve gericiliğe çeviren sermaye iktidarlarınca zayıf düşürüldü. Sermaye aklının ürünü olan tahribatın üzerine oturan son 20 yılın AKP hükümetleri, süreci açıkça karşı devrim niteliğine büründürerek ülkemizi çöküş tehlikesiyle karşı karşıya bıraktı.
Yıkım bir günde gelmedi. Son 20 yılda gerici ve işbirlikçi bir çete eliyle yürütülen karşı devrimin zemini, işçi sınıfına ve sosyalizme düşman olan sermaye iktidarlarınca hazırlandı. Emekçilerin uyanışını durdurmak için palazlandırılan çete ve tarikatlar önce iktidar ortağı, sonra iktidar sahibi oldular. Sovyetler Birliği’ni ve müttefiklerini kuşatmak için hizmetine girilen emperyalist merkezler, koşullar olgunlaşınca Cumhuriyet düşmanlarına el vermekten çekinmedi. Cumhuriyet yıllarında halktan çaldıklarıyla servetini büyüten sermaye sınıfı, kamu varlıklarını yağmalama ve işçileri gerici ağlarla kuşatma fırsatını yakaladığında Cumhuriyet’in tasfiyesine alkış tuttu.
Karşı devrimciler zafer sarhoşluğunda olsa da Türkiye sahipsiz değil. Devletten tasfiye edilen Cumhuriyet, bugün emekçi halkın elinde yükseliyor. 100. yılına giren Cumhuriyet deneyimi ve onun kazanımı olan Türkiye’nin devrimci birikimi, ülkemizin geleceğine ışık tutuyor.
On yıllardır memleketi yağmalayanlar, çete ve tarikatları palazlandıranlar, emperyalizme taşeronluk edenler güzel ülkemize çok zarar verdilerse de umudu bitiremediler. Halkı hala teslim alamadılar. Devrimcileri bu topraklardan silemediler. Buradayız.
Devrim Hareketi, Cumhuriyet’in 100. yılında yeni bir devrimci atılım için emekçi halkı sorumluluk almaya, seçmenlikle yetinmeyip yeni ve sosyalist bir cumhuriyet için devrimci cumhuriyetçilik zemininde örgütlü mücadeleye çağırıyor.
Devrim için BURADAYIZ.
1. Modern anlamda cumhuriyet düşüncesi ve pratiği; iktidarın kaynağının gökyüzünden yeryüzüne, saray ve hanedandan halka geçişini ve ahalinin tebaadan yurttaşa dönüşümünü ifade eden bir tarihsel kazanımdır. Türkiye Cumhuriyeti, Fransız Devrimi’nin ürünü olan ve önce Avrupa’yı ardından da tüm dünyayı saran bu kazanımın ülkemiz topraklarındaki karşılığıdır.
2. Cumhuriyet deneyimi, bugün 200 yıllık bir geçmişe sahip olan Türkiye modernleşmesinin kendisinden önceki birikiminin ürünü ve zirvesidir. Bu tarihsel süreçte Türkiye dört ayrı modernleşme dalgası deneyimlemiştir ve her bir dalga, Türkiye ilericiliğine yeni programatik unsurlar hediye etmiştir.
3. Türkiye modernleşmesindeki dört dalga sırasıyla Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet ve 60’lı yılların sol yükselişidir. Bu dört dalga yine sırasıyla modern merkezi devletin inşası, yurttaşlık ve halk egemenliği, emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesi ve işçi sınıfı mücadelesi ve iktidarı gibi programatik unsurları Türkiye ilericiliğine kazandırmıştır. Türkiye’de devrimin programı, her bir dalganın ürünü olan programatik unsurların birbirinin üzerine eklenmesi ve ileri taşınması yoluyla olgunlaşmıştır.
4. Türkiye’nin ilk modernleşme dalgası 1821’de Tercüme Odası’nın kurulması, 1826’da ise Yeniçeri Ocağı lağvedilerek modern ordunun oluşturulması ile başlamıştır. Osmanlı Devleti’ni modern birer askeri ve diplomatik yapıya kavuşturan bu atılımların zirvesi, padişahın yetkilerinin sınırlandırılabileceğini ve dini aidiyetlerinden bağımsız olarak tüm Osmanlı tebaasının eşit haklara sahip olduklarını kayıt altına alan 1839 tarihli Tanzimat Fermanı olmuştur. Bu dalgayla birlikte modern merkezi devlet inşası tartışmasız biçimde devlet politikası haline gelmiş, ilericilik-gericilik kavgası bu durumun her iki tarafça da veri kabul edildiği bir düzlemde devam etmiştir.
5. Türkiye modernleşmesi aslen askeriye ve diplomasi alanlarında başlamış, ancak dönüşüm bu alanlarla sınırlı kalmamıştır. Modernleştirilen devlet mekanizması, halkın yaşantısına değdiği ölçüde halkı da dönüştürmüş, yurttaşlık fikrinin taban bulmasını sağlamıştır. Bu gelişme, modernleşme dinamiğinin kaçınılmaz sonucudur.
6. Tanzimat Fermanı’nın ilanından 1870’li yıllara kadarki on yıllarda hukuk, eğitim ve idari yapıda çok önemli reformlar yapılmış, bu reformlar halkın gündelik yaşantısına doğrudan etkide bulunarak halkı modernleşme sürecine adapte etmiş ve yurttaş kategorisinin oluşumunu hızlandırmıştır. Mithat Paşa’nın girişimiyle 1876 yılında anayasa ilanı ve parlamentonun kuruluşu, bu reformlar silsilesini zirveye taşıyarak ikinci dalganın zeminini hazırlamıştır. II. Abdülhamid’in savaş bahanesiyle anayasa ve parlamentoyu ilga etmesi bu önemli dönüşümü 2 yıl gibi kısa bir sürede kesintiye uğratmış olsa da Türkiye ilericiliğinin önemli temalarından anayasacılık bu sayede mevzi kazanmış, sonraki on yılların ilericileri açısından da önemli bir politik mücadele gündemi haline gelmiştir.
7. Devletin modernleştirilmesi sürecinin vazgeçilmez unsurlarından biri de merkezi bir altyapının inşasıdır. Asıl olarak askeri amaçlarla gelişkin bir ulaşım ve iletişim altyapısının inşası, Osmanlı ülkesinde kapitalist ekonominin ve modern toplumsal yapının zeminini hazırlayarak feodal yapıyı çözülmeye zorlamıştır. Osmanlı modernleşme deneyimi, sermaye birikim dinamikleri bakımından görece zayıf kalsa da belli başlı kentlerde kapitalist ilişkilerin filizlenmesine ve burjuva nitelikli bir toplumsal yapı ve kültürün şekillenmesine vesile olmuştur. Bu süreç, tarihsel olarak ilerici bir nitelik taşımaktadır.
8. Modern devlet mekanizmasını işletecek sivil-asker bürokratların yetiştirilmesi hedefiyle açılan modern okulların yaygınlaşması, Osmanlı ülkesinde modern teknik bilgilerle eş zamanlı olarak Batı kaynaklı Aydınlanmacı fikirlere aşina bir aydın zümre yaratmıştır. Mustafa Kemal dahil pek çok aydın ve devrimcinin yetiştiği bu okullar, Osmanlı toplumunda ilerici ve devrimci fikirlerin yatağı olmuştur.
9. 1908 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti öncülüğünde Balkanlarda yoğunlaşan mücadelenin sonucunda anayasanın yeniden yürürlüğe girmesi ve parlamentonun yeniden açılması istibdat rejiminin sonunu getirmiş, Türkiye modernleşmesinde ikinci dalganın zirve noktasını oluşturmuştur. Devlet yönetiminin sultanın mutlak ve tartışılamaz kudretinden ziyade bir kurallar bütünü olan anayasaya dayandırılması, devrim öncesindeki anayasacılık düşüncesinin yansımasıdır ve iktidarın feodal ayrıcalıklardan arındırılması adına kritik bir gelişme olmuştur. Yurttaşlık ve halk egemenliğinin damgasını taşıyan bu dalgada modern merkezi devlet inşası adına da ileri adımlar atılmış, devlet mekanizması ve yasal çerçeve önemli ölçüde laikleştirilmiştir.
10. 1908 Devrimi’yle birlikte Türkiye modernleşmesinin ilk dönemlerinden itibaren gözlemlenebilen ilericilik-gericilik saflaşması şiddetlenmiş, Türkiye’nin ana saflaşması ve tarihsel fay hattı haline gelmiştir. Türkiye’de laiklik, yurttaşlık ve halk egemenliğine dair günümüze değin süren pek çok politik ve ideolojik tartışmanın temelleri 1908 sonrası süreçte atılmıştır. Bu bakımdan birlik ve ilerleme sorunlarına çözüm iddiasıyla yola çıkan 1908 Devrimi, Türkiye devrimcileri açısından tartışmasız sahiplenilmesi gereken kritik bir uğraktır.
11. İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1908 Devrimi’nin ilk uğrağında iktidara el koymakta yeterince kararlı davranmamış, iktidarı aldığında ise yeni ortaya çıkmakta olan emperyalizm olgusunun ürünü olan paylaşım savaşına dahil olarak Osmanlı ülkesinin kısa süre içinde yaşayacağı çok yönlü yıkım ve trajediler silsilesinin sorumluluğuna ortak olmuştur. Devrim tarihimizin henüz erken bir aşamasında sorumluluk üstlenen önder kadroların bilgi ve deneyim eksiklikleri ve burjuva dünya görüşünün zaaflarıyla malul olmalarından kaynaklanan, birlik ve ilerleme hedeflerinin de akamete uğramasına yol açan bu tablo, 1908 Devrimi’ni reddetmenin değil, zaaflarını tespit ederek içerip aşmanın gerekçesi olabilir.
12. Türkiye modernleşmesinin ilk dalgası büyük ölçüde tüm dini, etnik ve milli kökenlerden tebaanın yurttaşlık temelinde birliğine dayalı Osmanlıcılık zemininde gerçekleşmiştir. Ancak Avrupa genelinde yükselen milliyetçi hareketlerin gayrimüslim tebaa arasında da karşılık bulması ve Osmanlı Devleti’nin Batı sınırlarında kendisinden kopmuş Hıristiyan ulusların devletlerine toprak kaybetmeye başlaması nedeniyle ibre İslamcı ve Türkçü paradigmalara doğru kaymıştır. Osmanlı Devleti’ni Balkanlardan neredeyse tamamen çekilmek zorunda bırakan Balkan Savaşlarıyla birlikte aydınlar arasında gayrimüslim tebaanın ülkeye aidiyetine yönelik şüpheler artmış, ulusçuluk ana akım haline gelmiştir. Osmanlı aydını arasında bu fikrin yükselişi, yenilgi dönemi ürünü ve umutsuzluk ifadesi olmakla birlikte imparatorluktan ulus-devlete geçişe zemin hazırlayarak ilerici bir rol oynamıştır.
13. Balkan Savaşlarıyla başlayıp I. Dünya Savaşı ve ardından gelen Kurtuluş Savaşı’yla devam eden 10 yılı aşkın sürede bitmek bilmeyen savaşlar Osmanlı ülkesini tarumar etmiş, Osmanlı ülkesi ve yakın coğrafyasında farklı etnik ve dini topluluklar açısından büyük kıyımlar ve kitlesel göçlerle sonuçlanmıştır. Bu durum geniş bir bölgede büyük acılara ve demografik yapıların köklü biçimde değişmesine yol açmıştır. Ermeniler ve Rumlar başta olmak üzere Hıristiyan unsurların Anadolu’yu neredeyse tamamen terk etmek zorunda kalmasıyla ortaya çıkan trajedi, Balkanları terke zorlanan Türkler ve Kafkasları terke zorlanan Çerkezler açısından yaşanan trajediyle aynı sürecin ürünü olmuştur.
14. Bölgemizde gerek siyasi haritanın gerekse demografik yapıların köklü biçimde değişmesiyle sonuçlanan savaşlar ve etnik çatışmalar silsilesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağıldığı koşullarda ortaya çıkan Türkiye açısından da önemli sonuçlar doğurmuştur. Söz konusu tarihsel süreçte gerçekleşen 1915’teki Ermeni Tehciri ile 1924’teki Nüfus Mübadelesi sonucunda ülkemizdeki Hıristiyan varlığı çok büyük ölçüde ortadan kalkmış, Anadolu’nun etnik ve dinsel dağılımı kalıcı olarak değişmiştir. Bu tablo, 1908 Devrimi’nin “birlik” hedefinin akamete uğramasının ürünü olmuştur.
15. Cumhuriyet ve genel olarak Türkiye modernleşmesi için yapılan “Batı taklitçiliği,” “tepeden inmecilik” ve “militarizm” eleştirileri anakronik ve gerçeklikten uzaktır. Türkiye modernleşmesinin ve Cumhuriyet devriminin genel niteliklerinden olan Batıcılık, ilericilikle eş anlamlıdır. Bu süreçlerin ele geçirilmiş siyasal iktidar aracılığıyla yukarıdan aşağıya örgütlenmiş olma niteliği tüm devrimci süreçlerin ortak özelliği, asker yoğunluğu ise Türkiye’nin tarihsel koşullarının doğal sonucudur.
16. Türkiye dahil dünyanın hemen her yerinde modern anlamda ilerici fikirlere Avrupa’nın siyasal ve düşünsel tarihi kaynaklık etmiştir ve bu nedenle devrimci olan, Batı kaynaklı ilerici değerlerin savunulması anlamında Batıcılıktır. Batı kaynaklı devrimci fikirlerin karşısında “Doğu bilgeliği” savunusu tarihsel olarak gericidir ve sosyalistlerin görevi, Batı kaynaklı burjuva devrimci fikirleri içerip aşmaktır.
17. Devrimlerin doğası gereği otoriter eylemler oldukları, bilimsel sosyalizmin temel doğruları arasındadır. Bu temel doğrudan muaf olmayan Cumhuriyet devrimi de doğası gereği otoriter bir nitelik taşımıştır. II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet deneyimlerinde asker kökenli kadroların yoğunluk taşıması ise halktan kopukluğun değil, kendileri de yoksul halk çocukları olan askeri okul öğrencilerinin aldıkları modern eğitim vesilesiyle Türkiye modernleşmesinin ilerici ve devrimci aydın kadro kaynakları içinde taşıdıkları ağırlıkla ilgilidir. Hakim liberal-gerici paradigmanın “tepeden inmeci” saydığı bu devrimci süreçler gerçekleşirken Türkiye’de siyasete halk katılımını artırmış, devamında ise geniş halk kesimlerinin siyasete katılabilecekleri maddi zemini güçlendirmişlerdir.
18. Türkiye modernleşmesinin ilk iki dalgası, kendilerine damga vuran modern merkezi devlet inşası ile yurttaşlık ve halk egemenliği kavramları bağlamındaki kazanımları ve yarattıkları kadro birikimiyle Cumhuriyet deneyiminin zeminini hazırlamıştır. Cumhuriyet deneyimi gerek bu iki programatik unsuru çok ileriye taşıyarak gerekse emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesini Türkiye devrimci programına kazandırarak modernleşme tarihimizin zirvesini oluşturmuştur.
19. Türkiye’de devrimcilik, 60’lı yılların sol yükselişinin temsil ettiği dördüncü dalgada ilk üç aşamanın programatik unsurlarının da zeminini ve niteliğini yeniden tanımlayan ana unsur olarak işçi sınıfı mücadelesi ve iktidarı hedefinin ortaya çıkmasıyla emekçi karakter kazanmıştır. Günümüzün devrimci hareketi, dördüncü dalganın devamıdır. Dördüncü dalga, Türkiye modernleşmesinin iktidar deneyimi yaşamamış olan tek dalgasıdır.
20. Farklı modernleşme dalgalarının ortaya attığı problematikler vesilesiyle devrimin programı güncellenirken karşı devrimin programı açısından da benzer bir süreç yaşanmıştır. Tarihimizdeki ilerici ve devrimci kazanımların tümü birer yeni durum yaratırken karşı devrimin programı da kimi zaman devrimci dönüşümleri engelleme, kimi zaman da bu kazanımları ortadan kaldırma, aşındırma ya da bağlamından koparma hedeflerini içerecek biçimde güncellenmiştir. Günümüzün devrimci görevi, dört modernleşme dalgasının birikiminden ve 20 yılı aşkın süredir devam eden AKP’nin karşı devrimiyle mücadeleden yeni bir devrimci strateji türeterek devrimin programını emekçi halkın örgütlü mücadelesiyle iktidara taşımaktır. Karşı devrimin Cumhuriyet’i devletten tasfiye ettiği günümüz koşullarında sosyalistler; Türkiye modernleşme birikiminin bütününü içerip aşarak sahiplenme, bu birikimin en ileri ucunu temsil etme ve sosyalizm mücadelesini Cumhuriyetçi toplumsallığa öncülük ederek verme anlamında devrimci cumhuriyetçi bir siyasal kimlik taşımalıdır.