Gizemli ve sihirli şehir İstanbul’un, en çok ziyaret edilen müzesi olan Ayasofya Müzesi, (şimdilerde cami) gerek mimarisi gerekse görkemiyle neredeyse dünyanın sekizinci harikası sayılabilir. Dünyadaki en fazla nüfusa sahip iki din için de gerçekten önem arz eden, büyüklüğü ve eşsiz mimarisi ile gelen ziyaretçileri büyüleyen, geçmiş zamanların sanat anlayışını gözler önüne seren eşsiz bir yapı. Bu yazımızda Ayasofya Müzesi hakkında bilgi vereceğiz.
Görkemli Şehir İstanbul’un, Bizans döneminden günümüze değin gelmeyi başarmış, en önemli anıtı şüphesiz ki Ayasofya’dır. Bizans İmparatorluğu hükümdarı Konstantin’den sonra, bu büyük şehre kendi ihtişamını yansıtmış, şehrin yapısını yeniden inşa eden, bu şehre büyük eserler bırakmış İmparator Justinyanus ’un eseri olan Ayasofya, gerek boyutu, gerekse ihtişamıyla yüzyıllar boyu dünyanın en abidevi yapısı olarak bugünlere kadar gelmiştir. Sağlam yapısı ve kullanılan malzemenin kalitesi sayesinde, yaşanılan yüzlerce doğal afet ve felakete rağmen bugüne kadar ulaşmayı başarmıştır.
Bu eşsiz yapının inşa edilmesinde, tabii ki de her büyük olayda olduğu gibi bu yapıda da birtakım efsaneler halk arasında yaygın olarak dolaşmaktadır. Jüstinyen, bir gece rüyasında hocasının ona, dünyada daha önce eşi benzerine rastlanmamış heybette bir ibadethane yapmasını ister. Yıllarca biriktirdiği tüm birikimini, bu mabed için harcamasını ister. Jüstinyen bu rüyadan çok etkilenir ve bu bahsi geçen kiliseyi, emrinde mimar olan ve bugün Türkiye’nin Aydın şehrinde yaşayan (o zamanki adıyla Tralles) Anthemios ve Milet’li İsidorosu yanına alarak Ayasofya Kilisesini milattan sonra 532 yılının başlangıcında, inşa etmeye koyulurlar. İnşaatın ortalama altı yıl sürdüğü söylenmektedir. Edindiğimiz bilgilere göre de, bu eşsiz mabed 27 Aralık 537 tarihinde tamamen kullanıma açılmıştır.
Mimarisi ve heybeti hakkında bilgi vermek gerekirse, yer altındaki suya erişene değin yaklaşık 30 metre aşağıya doğru kazılmıştır. Bahsettiğimiz gibi, yerin onlarca metre altına uzanan bu temel, yapının ne denli büyük olduğunu tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermekte.
Anlatılara ve halk arasında dolaşan hikayelere göre, inşaatın temeli ve iskeleti tamamen bitmiş, yapılması gereken en son şey olarak da kubbesi kalmıştır. Kubbenin örülmesi için emir veren Jüstinyen, inşaatın neden bu kadar uzun sürdüğüne dair bazı sorular sormakta ve bir türlü nihayete erememektedir. Sonradan anlaşılmıştır ki, Ayasofya Kilisesinin mimarı anlaşılmayacak bir şekilde sırra kadem basmıştır. Tüm şehirler, kasabalar, tek tek tüm evler aranır fakat mimar bir türlü bulunamaz. Hatta mimarı bulana ödül dahi verileceği iddiası da vardır. Mimar bir türlü bulunamayınca, İmparator Konstantin ülkede bulunan tüm mimarları toplayarak kubbenin tamamlanması emrini verir. Ancak nerdeyse hiçbir mimar buna cesaret edemez. Bina da tam on sekiz yıl boyunca yarım şekilde kalır… Aradan geçen on sekiz yılın ardından mimar bulunur, Konstantin onu neden kaçtığı ya da ortadan kaybolduğu konusunda sorguya çeker. Mimar böylesi büyük bir işten kaçmadığını, binanın temele oturması için bunca yıl beklediğini söyler. Şayet bu kadar zaman geçmeseydi, kubbe tamamlanırken binanın çökeceğini dile getirir…
Bina nihayet tamamlanır ve kullanıma açılır. Yaşanılan depremlerde Ayasofya hasar görür, fakat her seferinde yeniden onarılır. Yaşanılan doğal afetlerde binanın yıkıcı bir zarar görmemesinin sebebi, şüphesiz ki Jüstinyen’in kendi hükümdarlığı döneminde, Ayasofya’nın inşaatında kullanılacak kaliteli mermer, demir ve direk arayışını hemen hemen her ülkenin hükümdarına mektupla bildirip, temin etmesidir.
Osmanlı İmparatorluğunun 15. Yüzyıla tekabül eden İstanbul’u fethi sonrasında, Ayasofya’ya giren Fatih Sultan Mehmet, bu büyük ve görkemli mabedi, savaş ve kılıçla kazanılan yer manasına gelen Selahattin Cami olarak değerlendirmiştir. Kılınacak olan ilk Cuma namazına istinaden, içeriye minber ve mahfel yapılmasını söyler, Ayasofya içindeki Hristiyan inancı taşıyan tüm figür ve resimlerin kaldırılmasını ister.
Fatih Sultan Mehmet, çevresinde topladığı ve dönemin bilim insanları olarak kabul edilen insanlarına bölgedeki nerdeyse tüm binaların kim tarafından ve ne zaman yapıldığı konusunda bilgiler toparlanmasını istemiştir. Ayasofya’nın içindeki tüm kitapların Türkçeye çevrilmesi konusunda emirler vermiştir.
Fatih Sultan Mehmet’ten sonra gelen tüm padişahlar, onun bıraktığı mirasa her gün bir şeyler eklemiştir. Zaman içinde Ayasofya bugünkü haline gelmiştir. Hatta rivayete göre bir zaman yapıtın yönü (hangi yön olduğu bilinmemekte) 3-4 metre kadar kaymıştır. Bu hatayı düzelten de Osmanlı Devleti’nin eşsiz mimarı Mimar Sinan’dan başkası değildir.
Ayasofya Cami, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilan edilmesinden tam 11 yıl sonra, 24 Kasım 1934 yılında müze haline getirilmiştir. 2 Temmuz 2020 Danıştay’ın aldığı karar doğrultusunda müze statüsünden çıkarılıp, tekrardan ibadete açılmıştır.