Yakın bir arkadaşım Emre, aşık oldu bir kıza. Öyle böyle değil. Tüm dünyaya pembe gözlüklerle bakacak kadar hoşgörülü, sürekli sırıtan bir yüzü var artık onun. Sonuç; o çok mutlu.
İnsanın yakınındaki kişilerin mutlu olması çok önemli. Bulaşıcı çünkü. Sen de derin bir nefes alarak veya yoldan geçen bir köpeği severek “mutlu olabilmeyi” hatırlıyorsun tekrar.
Neyse, nedir dedim ona; nedir aranızdaki bu kimyanın nedeni… Çok şey saydı doğal olarak. Ancak beni en çok çarpan şeylerden biri şu oldu: “abi facebook hesabı bile yok. kulanmıyor… ihtiyaç duymuyor.”
Fazla değil, daha birkaç yıl öncesine kadar pek azımızın kullandığı Facebook artık cep telefonu gibi. Msn adresi değil artık ilk istenen; “Facebook hesabın var değil mi?” Soru bu. Msn nasıl olsa alınır sonradan! Önce bir görelim bakalım resimlerini, videolarını… Kimlerle arkadaşsın, duvarında neler yazıyor? Sana yazanlar kim? Her şey ortada nasıl olsa…
Facebook ?ta var olmak, ?hayatta varım? demekle aynı anlama gelmeye başlamış!
Bilgisayar açıldığında email’lerden önce Facebook açılıyor. Tüm etkinlikler, haberler, videolar, doğum günleri, arkadaş çevremizde olup bitenler… Her şey orada ve “ortada.” Kendi elimizle yaratıp, sürekli güncellediğimiz bir magazin dergisi bu adeta. Kim kiminle, nerede, ne yapmış, ne demiş, neye kızmış, neye mutlu olmuş…
Mark Zuckerberg ve ekibinin sürekli getirdiği yeniliklerle insanları bağımlı hale getirmeyi başardığı Facebook, bugün 200 milyondan fazla üyeye sahip. Dünyada bu sayıdan daha fazla nüfusa sahip ülke sayısı ise sadece dört!
Şubat 2004’te açılan Facebook’un bugün geldiği nokta gerçekten şaşırtıcı:
– Her ay en az bir kere oturum açan aktif üye sayısı 200 milyon. (Bu sayı Ağustos 2008’de 100 milyondu!)
– 100 milyondan fazla kişi her gün en az bir kere oturum açıyor.
– Her gün sitede toplam 3.5 milyar dakika geçiriliyor.
– 20 milyondan fazla üye günlük olarak durum (statüs) bilgisini en az bir kere değiştiriyor.
– 4 milyondan fazla kişi her gün bir fan sayfasına üye oluyor.
– Kullanıcılar her ay toplamda 850 milyondan fazla resim, 8 milyondan fazla video yüklüyor.
– Her ay 2.5 milyondan fazla etkinlik duyurusu yapılıyor.
– 30 milyondan fazla kişi cep telefonlarından da Facebook’a bağlanıyor.
– A.B.D. Başkanı Barack Obama’dan bizdeki Hadise’ye kadar adını bildiğimiz herkesin bir sayfası var.
– Facebook’taki
Türk kullanıcı
sayısının 10 milyon civarında olduğu ve bu sayı ile en fazla kişiye sahip ilk beş ülkeden biri olduğu biliniyor.
Şaşkınlığım Facebook ve benzeri sosyal platformların hayatımıza bu denli girmesine değil, hayatımızı bu denli “yönetmesine.” Bugün gençlerden sıkça duyduğumuz “cep telefonu olmadan önce siz ne yapıyordunuz” söylemi, çok yakında; “Facebook olmadan önce ne yapıyordunuz” sorusu ile yer değiştirmek üzere. “Facebook kullanmıyorsan internette ne yapıyorsun ki!”
Dayanamayıp burada araya girmek istiyorum :)
Yarının sorusu da yoksa şu mu olacak: “ Hologram olmadan önce siz ne yapıyordunuz?”
Binlerce kilometre uzakta ama 3-D görüntüsü ve sesi yanımızda. Canlı. Hologram teknolojisinin ileriki zamanlarında sadece kişilerin üç boyutlu görüntülerini değil; çevrimiçi olduğumuz ve izin verdiğimiz sürece kişilerin (kıyafetlere yedirilmiş HD kameralarla) bizim o an ne gördüğümüzü de görebileceklerini hayal ediyorum. Bu teknolojinin bir de Facebook’taki bilgilerinizle eşleştirildiğini düşünsenize :)
Bu öngörüyü yazarken bile hafif ürperdiğimi itiraf etmeliyim. (“ Gelecekte Neler Olacak? ” yazısını kaleme alırken de olmuştu bu!)
Ancak bir dakika… Fazla değil, bundan iki – üç sene önce kim bize şunu söyleyese inanırdık ki?:
“Yakında herkes kendi özel yaşamını Facebook’da isteyerek ve severek açacak.” Hem de öyle bir açacak ki, sevgilisiyle neden ayrıldığından, hangi partiye oy verdiğini; dün akşam hangi barda kimle eğlendiğinden, nefret ettiği gruplara kadar… Üstelik tüm bunları kendi gerçek ismiyle yapacak. Kim inanırdı gerçekten?
Beynimin bir tarafı, şu kısacık hayatta neden bir şeyleri saklamakla kendimi yorayim ki, her şeyim ortada benim diyor. Keyif alacağım yeni kişiler tanımak, bir şeylerden haberdar olmak, arkadaş ağımı tek bir yerden yönetebilmek ve onlarla her an iletişimde olabilmek ne güzel diyor.
Diğer taraf ise, her türlü kişi ve kuruluşa (CIA ve MIT dahil :) kendimle ilgili bilgileri bu denli açmak konusunda çekincelerin olmalı diyor. Gerçi bugünün bilgi teknolojisi ve devletlerin zorunlu hale getirdiği Vatandaşlık veya Sosyal Güvenlik Numarası gibi sistemlerle her an izlenebiliyoruz. Geçin onları, takip edildiğini bildiğimiz kredi kartı veya cep telefonu kullanım alışkanlıklarımızla bugün istesek de ne kadar gizli kalabiliyoruz ki?
Fikir Atölyesi’nde, Facebook’un CIA ilişkisini biraz kurcalayıp sonra onun için ?Şeytan mı, Melek mi?? diye sorduğumuz “ Facebook. Yeni Nesil Oyuncağımız! ” yazımız vardı. 1.5 yıl önce orada sorduklarımız sanki halen güncelliğini yitirmemiş:
Facebook;
– Eski arkadaşlarımızı bulmaya yaradığı kadar yenilere az yer mi açıyor?
– Kimin ne yaptığını bilmek güncel kalma adına işe yararken, casusluk güdülerimizi mi okşuyor?
– En güzel resimlerimizle algımızı mı yönetiyoruz?
– Katıldığımız etkinlikler ne kadar sosyal olduğumuzun mesajı mı?
Neyse, sonra Emre’ye şunu sordum:
– Esasında bizim “biz” olmamızı etkileyen o kadar çok faktör var ki… İçinde yaşadığımız toplumdan, aldığımız eğitime; ailemiz ve etrafta duyduklarımızdan, gelenek ve göreneklere kadar… Adeta her şey, herkes bana “nasıl biri olmam” gerektiğini anlatıyor. Bunlara teknoloji de eklenmiş çok mu? :)
Onun cevabı ilginçti:
– “Kız arkadaşımın bütün bunlardan izole kalmasının bir erdem olup olmadığı tartışılır. Ancak, bunu başarmış birine de hayran olmamak elde değil Tunç. İşin ilginç yanı, O’ndan sonra kendimin de internet ve Facebook’tan oldukça uzaklaşmaya başladığını görüyorum. Tek bir insanın varlığı bile, çok keyif aldığımı sandığım sanal takılmalarımın anlamsız olduğunu farketmemi sağladı.”
Peki o zaman;
Bizi bu ortama iten, gerçek hayattaki paylaşımların yüzeyselliği mi, yoksa klavye gücü ile yaratılan, balon kişisel imajlar mı?