Oksitosin: Bağlanma Hormonumuzun Beş Şaşırtıcı Yönü

Yeni bir araştırma, oksitosinin bizi sadece annelere, sevgililere ve arkadaşlara bağlamadığını, aynı zamanda başkalarını bu bağdan dışlamada da rol oynadığını gösteriyor.

Yazar: JEREMY ADAM SMITH

Oksitosin hormonuna; sarılma hormonu, tatil hormonu, manevi molekül ve daha fazlası deniyor (ancak yeni araştırmalar oksitosinin bazı yeni takma adlara ihtiyacı olduğunu gösteriyor). Mesela uygunluk hormonu veya belki “ En Büyük Amerika! ” molekülü.

Bu kadar çok lakaplı bir nöropeptid nereden geliyor? Bilim insanları bu peptidi ilk olarak doğum ve emzirme sırasında vücutları oksitosin ile dolan annelerde buldu (bu da muhtemelen annenin dışkılı, kolik bir bebeğe bakmanın, onu en yakın pencereden aşağı atmaktan daha iyi olduğuna karar vermesine yardımcı oluyor). Ve gerçekten de bir çalışmanın sonuçlarına göre, anne farelerde bir doz oksitosin, kokainden bile çok daha etkili görünüyor. ( Endişelenmeyin babalar: O oksitosin etkisinin bir kısmını siz de yaşayabilirsiniz. )

Zaman geçtikçe, araştırmacılar oksitosinin sosyal aktivitelerden (mesela, bir partide yüzleri tanıma) daha samimi aktivitelere (misal, o partide tanıştığınız biriyle orgazm yaşama) kadar her türden mutlu olayda rol oynadığını keşfettiler. Laboratuvar testleri, oksitosinin insanları daha güvenilir, daha cömert ve daha girişken hale getirdiğini buldu. Böylece oksitosin, kısa bir süreliğine daha dokunaklı takma adların bolluğunu hak ediyor gibi görünüyor.

Ancak son birkaç yılda, yeni araştırmalar oksitosinin bizi sadece annelere, sevgililere ve arkadaşlara bağlamadığını, aynı zamanda başkalarını bu bağdan dışlamada da rol oynadığını keşfetti. Bu sadece oksitosini daha ilginç kılıyor ve insanlar hakkında temel, sürekli tekrar eden bir gerçeğe işaret ediyor: Bizi bir araya getiren aynı biyolojik ve psikolojik mekanizmaların çoğu da bizi ayırabilir. Hepsi sosyal ve duygusal bağlama bağlıdır.

Araştırma devam ediyor ve bilim adamları hala bulgularının nasıl bir araya geldiğini tartışıyorlar. Ama işte oksitosin hakkında son zamanlarda ortaya çıkan keşiflerin, sosyal hayatınızı şekillendirebileceği sevimli ve sevimli olmayan yollardan beşe indirilmiş bir özeti.

1. Sevginize Sadık Kalmanızı Ve Geri Kalanlara Karşı Temkinli Olmanızı Sağlar.

Erkekler köpektir, değil mi? Sadece tek bir şey istiyorlar, hı? Oksitosin salgılamışlarsa hayır. Aslında, Journal of Neuroscience’da 2012’de yayınlanan bir araştırmaya göre, zaten sevgi dolu bir ilişki içindeyseler, karşı cinse karşı düpedüz düşmanca davranabilirler.

Elli yedi sıcakkanlı, arkadaş canlısı, heteroseksüel Alman erkek burunlarına oksitosin veya etkisiz bir madde (plasebo) püskürttü ve sonra tek başlarına, elinde bir klasör tutan güzel bir genç kadının bulunduğu küçük bir odaya gönderildi. Genç kadın deneklere alakasız sorular sorarak konuşurken bilim insanları, erkeklerin baştan çıkarıcıya ne kadar yakın durduğunu ölçüyorlardı. (İşte bir ipucu: Bir laboratuvara girdiğinizde, asla deneysel bir psikoloğa güvenmeyin – bu insanlar yalancıdır ).

Oksitosin verilen bir erkek zaten bir ilişki içinde ise bu güzel muhatabına olan mesafesini koruduğu ortaya çıktı. Plaseboyu koklayan kişiler, partnerlerinin beğenebileceğinden biraz daha yakın durma eğilimindeydiler. Bu arada bekarlar, soruları duyamayacak kadar göğüs dekoltesine bakmakla meşguldü.

Bu araştırmaya göre oksitosin, sizi yalnızca sevecen yapmaz; aynı zamanda eşinize sadık kalmanızı ve rakiplerine karşı da dikkatli olmanızı sağlar.

2. Bizi Zavallı Kazananlar Ve Yaralı Kaybedenler Yapar.

Diyelim ki dostça güzel bir poker oyunu oynuyorsunuz. Oynadığınız insanları seviyorsunuz, eğleniyorsunuz. Kaybetmeye başlayana kadar. Masanın diğer tarafındaki fırlama, her seferinde bir tür dörtlü veya “full house” (pokerde bir çift ve bir üçlü serisine verilen isim) gösteriyor ve bir “per” (çift) bile alamıyorsunuz. Lanet olsun ona; hile yapıyor olmalı! Ama sonra bir el sonra floş (pokerde aynı seriden beş kağıt) yakalarsın ve tüm fişlerini alırsın. Nazik kalabilir misin? Asla. Keçi gibi bir puro yakarsın.

Arka hipofiz bezi, iyi histen kıskançlığa ve alay etmeye kadar, oyunun her adımında oksitosin salgıladığını duymak sizi şaşırtabilir. Oldukça az sayıda çalışma, oksitosin verilen kişilerin şans oyunları oynarken rakiplerine karşı kin duyma olasılıklarının daha yüksek olduğunu gösteriyor. Bu da Sydney Üniversitesi’nden Andrew Kemp’in oksitosinin, psikologların “yaklaşımla ilgili” duygular (birinden bir şey istemekle ilgili olanlar) dediği şeyde bir rol oynadığını ortaya atmasına neden oluyor.

Oyunu kaybeden arkadaş ne olacak? O poker arkadaşınızı kaybetmiş olabilirsiniz ve yine oksitosin burada da bir rol oynuyor olabilir. Tabii arkadaşınız bir fare ise.

Northwestern Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, üç grup sevimli, nazik fareyi bir başka çılgın, agresif grupla birlikte bir kafese koydu. Bu üç fare grubundan birinin oksitosin reseptörleri çıkarıldı. Diğer grup, normalden daha fazla reseptöre sahipti. Üçüncüsü normaldi.

Araştırmacılar onları kurtarana kadar her üç grup da psiko-fareler tarafından eşit şekilde hırpalandı. Bıyıkları seğirdi, pembe burunları mutlu bir şekilde kıpırdadı (bu fareler güvende olduklarını düşünüyordu).

Ancak altı saat sonra bilim insanları, üç grubu psiko-farelerle birlikte tekrar kafese koydu. (Unutmayın millet: Deneysel bir psikoloğa asla güvenmeyin .) Bilin bakalım ne oldu? Oksitosin içermeyen fareler hırpalandıklarını hatırlamadılar ve kaçmayı bilmiyorlardı. Diğer iki grup ise korku içinde dağıldı.

Nature Neuroscience dergisinde Temmuz ayında yayınlanan çalışma, oksitosinin hem farelerin hem de insanların beyinlerinde en yüksek oksitosin seviyelerine sahip olan lateral septumdaki sosyal hatıraları güçlendirdiğini öne sürüyor. Evet, oksitosin bağlanma ve sosyal bağ ile ilgilidir, ancak sinir sistemi bunu korku ve endişeyle karıştırabilir – bize zarar verenlerin yanı sıra bizimle ilgilenenlerin içgüdüsel bir hatırasını oluşturur.

Götürmek? (Parsayı toplamak?) Arkadaşlarınızı pokerde yendiyseniz ve onlarla tekrar oynamak istiyorsanız, sevinmeyin (eğer yaparsanız, önce oksitosin reseptörlerini çıkardığınızdan emin olun).

3. Grubunuzla İşbirliği Yapmanızı Sağlar – Bazen Biraz F azla İşbirlikçi.

Şimdi, bekar bir erkek şempanze olduğunuzu farzedin. Ağaçlarda uyumaktan, rakip erkeklere saldırmaktan, rastgele dişilerle çiftleşmekten ve arkadaşlarınızın kürkünde bulduğunuz böcekleri yemekten zevk alıyorsunuz.

Bu böcekler lezzetli, ancak Mart ayında yayınlanan bir araştırmaya göre, şempanze arkadaşlarınızı tımar etmenin en az bir faydası daha var: Oksitosin artışı. Araştırmalar, bunun alfa erkek pozisyonu için yarışanların yoğun bir gün boyunca biriktirmiş olabilecekleri stresi azalttığını gösteriyor.

İnsanlar genellikle başka türden bağlılık davranışlarda bulunurlar. İnsan arkadaşlarımla film seyretmeyi severim (ama, hey, eğer sırtınızdan böcek yenmesini seviyorsanız, ben sizi yargılamam). Çünkü tıpkı diğer primatlar gibi, araştırmalar oksitosinin gruplarımızda daha rahat, dışa dönük, cömert ve işbirlikçi olmamıza yardım etmede kritik bir rol oynadığını gösteriyor.

Ütopik geliyor, değil mi? Belki biraz fazla ütopik. Mirre Stallen ve meslektaşları, Hollandalı çalışma katılımcılarına oksitosin veya plasebo dozu verdiler ve ardından onları altılı gruplara ayırdı. Her grup bir dizi görüntü izledi ve gruptaki bireyler hangilerini en çekici bulduklarına oy verdi. Sonuç: Oksitosinden etkilenen katılımcılar, gruplarının tercihlerine devam etme eğilimindeyken, plasebo dozu alan katılımcılar kendi bireysel yollarına yöneldi.

Yani: Oksitosin, arkadaşlarınızla dışarıdayken veya iş arkadaşlarınızla bir sorunu çözerken harikadır. Bir lider seçmeniz veya uyumluluk değil bağımsızlık gerektiren başka bir büyük karar vermeniz gerektiğinde o kadar da harika olmayabilir.

4. Grubunuzu Diğer Gruplardan Daha İyi Görmenizi Sağlar (Bir Noktaya Kadar).

Şimdiye kadar sevgili okur, seni ateşli bir aşık, poker oynayan bir ezik ve bir şempanze rollerine verdim. Şimdi Hollandalı olduğunuzu varsayalım.

Hollanda’daki bir grup araştırmacı size oksitosin verdiyse, kendinizi yel değirmenlerine, lalelere, tamamen yasal yumuşak uyuşturuculara, fuhuşa ve uzun boylulara, sarışınlara, birden fazla dil konuşabilen bankacılara karşı ani bir sevgi geliştirirken bulabilirsiniz. Ayrıca Hollandalı birinin hayatının, örneğin bir Kanadalı’nınkinden daha değerli olduğuna da karar verebilirsiniz.

Carsten De Dreu’nun 2011’de bulduğu tam olarak buydu. Çalışması, etkilerini abarttığı için sert bir şekilde eleştirildi. (ve yine de oksitosinin bizi diğer grupları kaybetme pahasına olsa bile gerçekten, gerçekten, gerçekten kendi gruplarımız gibi yaptığını bulan tek kişi o değil.)

Ancak kendi gruplarımızı sevmek, diğer gruplardan nefret etmeye yol açmaz. Paul Zak’ın laboratuvarı Claremont Graduate Üniversitesinde ROTC öğrencileri (Hem üniversite okuyup hem de hafif askeri eğitim alan öğrenci grupları) ve dans grupları gibi kampüs gruplarının üyelerinden kan örnekleri aldı. Daha sonra gruplar bazı tipik ritüelleri gerçekleştirdiler (Rotc öğrencileri uygun adım yürürler, dansçılar birlikte yeni adımlar öğrenir vs.) ve Zak ve yardımcıları daha fazla kan aldılar.

Zak bir vampir değil. Deneysel bir psikolog bile değil; o aslında bir ekonomist, bu yüzden açıkça güvenebilirsiniz ona ( değil mi? ). Ekonomist olmak, deneylerinin her zaman paraya indirgenmesi anlamına gelir. Bu öğrencilere ve dansçılara, nihayetinde gerçek para olarak ortalama 56 dolar kazandıran bir dizi güven ve paylaşım oyunu oynamasını sağladı. Sonunda, kendi gruplarına veya rastgele bir hayır kurumuna bağış yapabilirlerdi.

İşlerin farklılaştığı yer burasıdır. Evet, bu ritüeli gerçekleştirmek oksitosin sayısını yaklaşık yüzde 10 veya 11 artırdı, ancak öğrenciler takımlarını diğerlerinden daha çok mu tercih etmeye başladılar? Çalışmalarındaki 400 katılımcının tamamında (bu sayıdaki kan örneği Zak’i tarihteki en kanlı ekonomist yapmalıdır) artan oksitosin, paralarını nereye bağışladıklarını tahmin edemedi.

Ancak bazı uyarılar var. Bir grup kampüste ne kadar marjinalleşmiş hissederse, arabalarını çember yapmaları (Kovboy filmlerinde at arabalarının saldırganlara karşı çember oluşturmasına gönderme) ve kendi gruplarını tercih etmeleri daha olasıydı (muhtemelen inek grupları diğer gruplara erkekler kardeşlik grupları kadar cömert değillerdi). Oksitosinin etkileri vücutta başka neler olup bittiğine bağlı olarak da değişebilir: Zak’in laboratuvarı stres yaratırsa veya testosteronu yükseltmek için harekete geçerse, katılımcılar aslında dış gruplara karşı daha agresif hale gelebilirdi.

Bu da bizi son öğemize götürür…

5. Güven Duymamızı Sağlar – Ama Salakça Değil.

Şimdiye kadar anlattığım araştırma muhtemelen kulağa oldukça iyi geliyor. Bir diktatör veya Don Draper isen (Mad Man dizisindeki reklamcı ana karakter) havaya oksitosin üfleyerek satabileceğiniz tüm kusurlu ürünleri düşünün.

Bununla yüzleşin, hepimiz bazen dünyaya hükmetmek isteriz ve diğer herkesi uysal, uyumlu ve dış gruplara düşmanca tutma arzusunu kesinlikle anlayabiliyorum. Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sında “soma” ilacı muhtemelen biraz oksitosin içeriyordu. Orwell’in 1984’ündeki “iki dakikalık nefret” muhtemelen oksitosin pompalamasına da neden oldu.

Ancak heyecanlanmaya başlamadan önce, diktatör olmak istiyorsanız, bilmeniz gereken bir parça daha yeni araştırma var: Araştırmalar, oksitosin kaynaklı dürtüleri bilişsel olarak geçersiz kılabileceğimizi ortaya çıkarıyor.

Birkaç deney, oksitosinin bizi daha cömert ve güvenilir kılsa da, bizi daha saf yapmadığını öne sürüyor. Birinin bizi aldattığına dair kanıtımız varsa, oksitosinimiz ne kadar yüksek olursa olsun güvenimizi ve kaynaklarımızı geri çekebiliriz. Birinin bizim çıkarlarımıza ters düştüğünü düşünürsek, bir kişi veya grupla ilişkimizi sona erdirebiliriz.

Ancak etkiler kişisel çıkarların ötesine geçiyor. Bir grubun parçası olmayı o kadar çok sevebiliriz ki, sırf içinde kalmak için başkalarına zarar vermeye hazır olabiliriz. Ait olma arzusu, etik ve empatik içgüdülerimizi tehlikeye atabilir. İşte o zaman bilinçli zihnin devreye girmesi ve sosyal ilişkinin zevklerini frenlemesi gerekir.

Annelerimiz iyi arkadaşlar seçmemiz konusunda haklıydı, Paul Zak şöyle diyor: “Erdemli olmak için doğru ortamda olmamız gerekiyor.” Bu, oksitosinle ilgili bir sonuç olabilir ve aslında, bizi diğer insanlara bağlayan bir tür bir sinir sistemi: Bir gruba katılma ve uyum sağlama dürtüsü insan primatlarda her zaman çok güçlüdür ve bu yüzden anahtar, doğru grubu seçmede yatmaktadır (ve tabii sonra da kendini kaptırmamakta).

Çeviri: Ümit Sami Kubuş

Eğer bu yazı ilginizi çektiyse sıradaki yazımız sizin için geliyor: Serotonin: Mutluluğumuz Beyin Büyüklüğüne Mi Bağlı?