Sumer, Türk’tür-1
Sumerliler, Orta Asya’dan Mezopotamya’ya gelen Türklerin bir koludur.
Avrupa merkezli tarih anlayışı fetvayı vermiş; Mezopotamya denilen coğrafyanın güney kesiminde 6 bin yıl önce (MÖ 4000-2000 arası dönemde) inşa ettikleri medeniyetle tarihe damga vuran Sumerlilerin etnik kökeni bilinmemektedir.
Oysa Sumer medeniyeti üzerinde inceleme ve araştırma yapan Atatürk kızı Muazzez İlmiye Çığ başta olmak üzere hakikat aşığı bilim insanları, dil ve kültür varlıkları üzerinde yaptıkları inceleme ve araştırmalar sonucu Sümerlilerle Türklerin ilişkisini ortaya koydular.
Türklerdeki Tanrı dağlarının göğünde yaşayan, Özbekistan devletinin armasında bulunan, tanrının elçisi (peygamber) kabul edilen, bereket ve şans taşıyıcısı, koruyucu hayali bir kuş olan Umay ile göklerde yaşayan, insanlara yardımcı olan, Tanrı elçisi Sumer Anzu (İmdigud) kuşu nun aynılığı gibi binlerce örnek belirtiliyor. (1)
Dayanıklılığı ve cesaretiyle kağanı sembolize eden, giderek kağana bağlılığı da simgeleyen dağ keçisi tekenin Sumer coğrafyasında dağ olmadığı halde Sumer mühürleri ve benzeri figür ve varlıklarda dağ keçisinin resminin görülmesi etnik kültürlerini sürdürdüklerinin somut bir ifadesidir. (2) Hayatını Sumerce üzerinde araştırmalara adayan, Atatürk’ün Batı’ya eğitime göndererek yetiştirdiği Sümerologlardan olan, İstanbul Eski Şark Eserleri Müzesi Çiviyazılı Belgeler
Arşivinde yıllarca çalışarak oradaki Sumer tabletleri üzerinde bilimsel çalışmalar yapan Sumer Kraliçesi adıyla ünlenen Muazzez İlmiye Çığ’ın anlatımıyla, “yüzlerce Sumerce kelimenin hem fonetik hem anlam bakımından Türkçeye tam uyduğu, hatta birçok kelimenin bugünkü Anadolu Türkçesinde kullanıldığı ortaya çıktı.” (3)
Prof. Dr. Vecihe Hatipoğlu 1976 yılında “Türk Tarihinin Başlangıcı” adlı makalesinde, Sumerlilerin Türklerin atası olduğunu ileri sürdü. (4)
Türklerle Sumerliler arasında tarihi bir ilişki vardır. Bu ilişkiyi Prof. Dr. Osman Nedim Tuna, Türklerin 3 bin 800 yıl önce (MÖ 1800-2000’lerde), yani Malazgirt Savaşı’ndan 3 bin 71 yıl önce Doğu Anadolu’da yerleşmeleri gerçeğine bağlayarak, “Türk dili 5 bin 500 yıl önce bağımsız ve iki kollu bir dil olarak bulunuyordu. İlk ana Türkçe ise 10 bin yıl daha eskiye gidiyor” dedi. (5)
Bütün bu tarihi gerçekler, son zamanlarda ortaya çıkarılan bulgu ve belgeler ezberleri bozacak kadar, bilinen tarihi temellerinden değiştirecek kadar önemlidir.
Bu gerçekler sadece Sümerlilerle sınırlı değildir.
Örneğin Kızılderililerle ilgili tarihi gerçekler, İskandinav ülkelerinin atası tanrı-kral Odin’in (Thor veya Tyr’in) Türk olması Avrupa merkezci tarih anlayışı ya da Oryantalizmin safsatalarıyla uyuşturulmuş beyinlerimizi ateşlemekte, kafalarımızda şafak attırmaktadır.
KAYNAK:
(1) Sumerliler Türklerin Bir Kolu/ Sumer Türk Kültür Bağları ve Yeni Olgular, Muazzez İlmiye Çığ, Kaynak yayınları, 8. Basım, s.11-12 (2) Age, s.11-12 (3) Age, 19) (4) Prof. Dr. Vecihe Hatipoğlu, Türk Tarihini Başlangıcı, Türkoloji, c. 8, s. 3-(Aktaran age, s. 23) ya da (5) Osman Nedim Tuna, Sumer ve Türk Dillerinin Tarihi İlgisi ile Türk Dilinin Yaşı Meselesi, Ankara, 1990, (Aktaran age, s. 27) |
Viking Tanrısı Odin Türk’tür-2
Zamanımız tarih bakımından ezber bozan gelişmelerin cereyan ettiği bir süreçten geçiyor. Son zamanların tarih bakımından en önemli ve geleceğe damga vuracak özelliği bu. Avrupa kaynaklı dayatmaların tarihsel hakikatlerin granitten kayalıklarına çarparak tuzla buz olduğu, tarihin yeniden yazılacağı şartlarda yaşıyoruz.
Kolay değil, Batılı tarihçilerin dayattığı etnik kökeni bilinemeyen (!) Sümerlilerin Türklerle akraba olduğu ortaya çıkıyor. Türklerin 1071’de değil, 13 bin yıl öncesinden beri Anadolu’da olduğu anlaşılıyor. 12 bin yıllık Göbeklitepe’deki Tamgalar ve diğer bulgularla Orta Asya’daki Türklerin kültürlerinin benzerlikleri insanlarda şaşkınlık yaratıyor.
İşte “Odin” de bu seriden biri!
Odin, İsveçlilerin tanrısıdır; tanrı-kral…
Sadece İsveçlilerin değil, bütün İskandinav halklarının tanrısıdır.
Bir Viking tanrısıdır.
Ve tanrı-kral Odin, Türk’tür.
Dolayısıyla İsveçliler Türk kökenlidirler.
Bu benim iddiam değil.
Bunu söyleyen İsveç tarihinin babası, modern eleştirel İsveç tarihinin kurucusu, duayeni Prof. Dr. Sven Lagerbring’tir (1707-1787)
Hem de tam bir bilim insanına yakışır durumda, büyük bir hakikat aşkıyla, hakikate sadakat içinde, Martin Luter gibi “Her gün bin Türk öldürmek istiyorum, Tanrım bana güç ver” diyen bir Türk düşmanının etkisindeki Lüteryan bir ülkede, dışlanmayı göze alarak… (*1)
Atilla’nın önderliğinde Batı Hunları Avrupa’yı istila ettiğinde biz Atilla’nın sadece Roma’yla uğraştığını, Doğu ve Orta Avrupa arazisini istila ettiğini biliyorduk. Ya da Avrupa merkezli tarih dayatmaları bizlere bu anlayışı empoze etmişti. Hatta Hunların etnik kökeni bile tartışmalıymış! Ve Gotlara göre, Hunlar “kötü ruhların ve cadıların soyundan gelen bir halk” tır. (*2) Oysa Hunlar Uppsala’ya kadar İsveç’i istila etmişlerdi. Bu nedenle İsveç’te İskandinavya’da Hunlardan, Atilla’dan türemiş birçok isim bulunmaktadır. (*3) Modern eleştirel İsveç tarihinin babası Sven Lagerbring ile Etimoloji (kökenbilim) Profesörü ve İsveç Bilim Akademisi üyesi Johan Ihre, İsveççenin Oden tarafından Kuzey’e getirildiğini ileri sürüyorlar. (*4)
Ancak bu tarihsel tezi, Martin Luter gibi, “Her gün bin Türk öldürmek istiyorum, Tanrım bana güç ver” diyen bir Türk düşmanının etkisindeki Lüteryan bir ülkede ve ortamda dışlanmayı göze almadan savunabilmek için anılan bilim insanları gibi hakikate sadakat ahlakına sahip olmak
gerekmektedir. Türk ve İskandinav halklarının yakınlığı ve akrabalığı, bugün İskandinavya yarımadasının kuzey kesimlerinde yaşayan, İskandinav yerlileri olan Şaman Laponlara dayanır. Bazı Lapon ninnileri ve ağıtlarını bizimkilerden ayıramazsınız. Yoykaları (Jojkaları) –şarkıları- bizim bazı tür şarkılarımıza çok benzemektedir. Laponlarla Türklerin fiziki görünüşleri de birbirlerine çok benzer. (*5)
“İsveçli, Norveçli, İzlandalı ve Danimarkalı Viking kökenli halklarla yakınlığımız daha serüvenli ve ilginçtir. Bu yakınlık ‘Odin, Oden, Voden, Woden, Wotan’ gibi isimlerle anılan tanrılaştırılmış öndere dayanır. Onun ve yoldaşlarının nereden geldiğine bağlıdır. Yalnızca Oden adı bile yalnız İsveç ya da İskandinavya değil tüm Avrupa ile Türk dünyası bağları açısından oldukça önemlidir. Oden ortak ata mıdır? Pek çok bilgi o yönü gösteriyor.” (*6)
İskandinavya mitolojisi ve İzlanda sagalarının ortak tanrı figürü Viking-Türk Tanrısı Odin’in Orya Asya kökenli olduğu belirtilmektedir.
“Oden’in ortak ata olduğu fikrinin dayanağı, İskandinav mitolojisi ve İzlanda destanları (sagaları), Viking Tanrısı Oden’in ortak ata olduğu fikrinin biricik dayanağını oluşturmaktadır. Bu fikrin ya da tezin esas dayanağı, İzlandalı tarihçi, hukukçu, yönetici ve yazar Snorre Sturleson’un ‘Edda’sı (Soners Edda) ve ‘Kral Masalları’ (Kunga Sagor) kitaplarıdır.” (*7)
İsveç tarihinin kurucusu olan Prof. Sven Lagerbring, Türkçe ile İsveççe arasındaki ve mitolojideki benzerlikleri dikkate alarak, İsveçlilerin atalarının Türkler olduğunu ileri sürüyor. İsveç masallarında da Tanrı Odin’in “Türkland’den (Türklerin ülkesinden) geldiği yazılıyordu.
“Masallar, Viking Tanrısı Oden’in (Öden, Voden, Woden, Wotan) Asya’dan gelip, bütün Avrupa’yı, Danimarka Adaları ve Ylland’ı geçip İsveç’e yerleşen büyük bir Tirklar (Turkar=Türkler) boyunun önderi olarak tarif edilmesine uygun düşüyor. Eski İsveççenin de burada Oden ve yoldaşları tarafından yaratıldığı söyleniyor.” (*8)
Yani Prof. Lagerbring’e göre, “Türkland” (Türk İli) diye adlandırdıkları Orta Asya’dan gelmiş olan İsveç Tanrısı Oden, Herwarar Masalı’nda Tirkiar (Türkler) ve Asiemaen (Asyalılar) olarak tanıtılan büyük bir kitlenin lideriydi. Oden, fotoğraflarında iki yanında kurtları ve yukarıda kartalıyla çok heybetli ve ünlüdür.
Odin, İskandinavya’da, İsveç’te Viking Tanrısı olarak olağanüstü saygı duyulmasının yanında Orta Asya Türkleri arasında da saygındır. “Eski kaynaklar Öden Ata isimli kutsal bir Türk büyüğünün Eski Türk Yurdunda anıtları olduğu ve çok saygı duyulduğunu anlatır.” Ünlü komutan Timur’un batıya yönelik sefere çıkmadan önce Öden Ata’nın mezarını ziyaret ederek, dua ve dilekte bulunduğu belirtilir. (*9)
Kaynaklar:
(*1) İsveççenin Türkçeyle Benzerlikleri/ İsveçlilerin Türk Ataları- Prof. Dr. Sven Lagerbring, Hazırlayan Abdullah Gürgün, Genişletilmiş 3. Basım, Kasım 2020, s. 17 (*2) Wikipedi – (*3) Abdullah Gürgün, Age, s. 17 (*4) Age, s. 28 (*5) Age, s. 30-31 (*6) Age, s.31-32 (*7) Age, s. 32 (*8) Age, s. 44 (*9) Mynet.com |
İskandinav destanlarındaki Türk kökenli tanrı-kral Odin-3
İskandinav destanları (sagaların) İskandinav halklarının Türklerle akrabalıkları, İsveççe ve Türkçe arasındaki derin benzerlikler hakkında geniş anlatımların bulunduğunu geçen haftaki yazımızda açıklamıştık. İsveççenin kurucusunun Orta Asya’dan gelen Oden adındaki bir Türk lideri olduğunu, o dönemdeki pagan halkların muhayyilesinde Oden’in bir Tanrı olarak şekillendiğini, bunun mitolojide Viking Tanrısı Türk Odin olduğunu belirtmiştik.
Bu konuya bu yazımızla devam ediyoruz.
“İsveççenin Türkçeyle Benzerlikleri” kitabını İsveç tarihinin kurucusu Sven Lagerbring’in kaleme aldığını, kitabın, “İsveççe ve Türkçe dilleri Arasındaki Benzerlik Üzerine Bakanlık Müsteşarı ve Şövalye Bay Johan Ihre’ye mektup” içeriğinde olduğunu orada ifade etmiştik.
Mektupta Lagerbring, “eski destanlarımızda (saga) eski İsveççenin Oden (Öden, Woden) tarafından getirildiği anlatılır” ifadelerine yer verir. Eski İsveççeyi İsviçre’ye getirdiği belirtilen Oden’in ise “Hervarar destanının (saga) birinci bölümünde Tirkiar (Türkler-AG) ve Asieman (Asyalılar, Asyalı adamlar-AG) olarak tanıtılan büyük bir kitlenin önderi” diye ifade edilir. (*1)
Lagerbring anlatımının devamında, Tanrı Oden’in geldiği coğrafyayı, yani Türklerin yaşadığı toprakları ise, “Türkler çok uzun zamanlardan beri Hazar Denizi’nin ve Kafkas Dağları’nın kuzeylerinde” ki geniş arazi olarak kaydeder. Burada yaşayan Türklerin İskitler olduğunu, bu coğrafyaya Grekler ve Romalıların “İskitya” adını verdiklerini belirtir. (*2) Oden, önce Almanya’ya geldi. Oradan Danimarka’ya geçti. Ve ardından bu uzun yolculuğu sonunda İsveç’e ulaştı. Almanya, Danimarka ve İsveç’te kral olarak birer oğlunu, yanlarına büyük kuvvetler katarak bıraktı. Lagerbring bu anlatımın Sturleson’a ait olduğunu vurgulayarak, Almanca, Danca ve İsveççenin “temelde aynı dil oldukları konusunda tam bir neden sunduğu” nu ifade eder. Hatta daha ileri giderek, İngilizlerin ataları olan Angıl ve Saksonların kökeninin de Oden’e uzandığını ileri sürer. Ve “Onların dilleri de aynı Türklerin ve Asyalıların dilinin bir dalıdır” der. Durhamlı Rahip Simeon’un, (Simeon Dunelmensis’in), “aynı yerlerden Schlesvig’e Oden’in Sceaf isimli dokuz kuşak gerisinden atası zamanında bir göç
olduğunu, inanılır bir şekilde anlattığı” nın altını çizer. (*3)
İsveççenin Oden tarafından Kuzey’e getirildiğini ileri süren modern eleştirel İsveç tarihinin babası Sven Lagerbring ile etimoloji (kökenbilim) Profesörü ve İsveç Bilim Akademisi üyesi Johan Ihre, açık açık “ bizim atalarımız Oden’in yoldaşları (yolculuk kardeşleri) Türklerdir. Bu konuda elimizde yeterli kanıt var” diyorlar. Ardından da 18’inci yüzyılın bu büyük tarihçileri zamanenin bunu alçaltıcı bulduğundan yakınarak şu ifadelere yer vermektedir: “Onları Traklar ya da Getler olarak göstermek isteyenler var. Böyle düşünebilirler. Eleştirme gereği duymuyorum. Tersine, kişisel olarak, bu açıklanan tanıklıklara güveniyorum. Benim vardığım sonuçlar değişmiyor. Çünkü bunlar da aslında Türklerle bir serüveni olan halklardır. Liderlerimiz rahatlıkla, atalarımızı Türkler ve Tatarlar olarak gösteriyorlar. Ancak bazı dürüst kişilerin ve hatta asil kişilerin buna öfkelendiklerini biliyorum. Onlar bu kökeni yeterince onur verici bulmuyorlar. Bir tarihçinin önde gelen rehberi ve amacı gerçektir: Bu şekilde onur kazanmak çok daha iyidir. Kendini ve yandaşlarını yalanlarla kandırmak; işte asıl bu tuhaf bir onursuzluktur. Bir de kim Türklerin öteki halklardan daha onursuz bir halk olduğunu söyleyebilir ki! Eğer onur sağlayan koşullar olarak, zaferler ve ülke fetihleri görülüyorsa ki yapılan kabaca budur; Türkler ve Tatarlar kadar bu koşulları yerine getiren halk fazla değildir. Çin bir Tatar eyaleti oldu, tüm Asya, Arabistan, hepsi Türklerin silahları karşısında eğildiler. Hatta Roma, evet hemen hemen tüm Avrupa, Hunlar ve Tatarların önünde titredi.” (*4)
Bu ifadelerin açıklandığı zaman dilimi 18’inci yüzyılın ortaları…
1764 yılı…
Bu sözlerin, İskandinav Yarımadası’nda ve İsveç’te koyu bir Türk düşmanlığının hüküm sürdüğü, Martin Luter gibi “Her gün bin Türk öldürmek istiyorum, Tanrım bana güç ver” diyen bir Türk düşmanının etkisindeki Lüteryan bir bölge ve ülkede hakikat sevdalısı bir bilim insanının dışlanmayı, saldırıları, itibarsızlaştırılmayı göze alarak bilim insanı cesaretiyle söylenmesi, ülkemizde günümüzde örnek alınacak derslerle dolu bir girişimdir.
KAYNAKLAR:
(*1) İsveççenin Türkçeyle Benzerlikleri İsveçlilerin Türk Ataları, Abdullah Gürgün, Kaynak Yayınları, Geliştirilmiş 3. Baskı, s.52 (*2) Age, s.53 (*3) Age, s. 53 (*4) Age, s. 54 |
İskandinav destanlarındaki Türk kökenli tanrı-kral Odin-4
İsveçlilerin atalarının ve İsveççenin kökeninin Türkler ve Türkçe olduğuna dair belgeler İskandinav sagaları (yani destanlarıdır.*) Abdullah Gürgün, İsveç tarihinin babası olan Sven Lagerbring’in İskandinav sagalarını iyi bilen bir bilim insanı olduğunun altını çiziyor.
İskandinav sagaları, Hervarar sagası (Hervararsagan), Bosa sagası, Snorre’nin Eddası, Ynglinge Sagası’dır.
Prof. Sven Lagerbring İskandinav sagaları hakkındaki kitabında (Hervararsagan’da, “Türkler ve Asyalılar kuzey ülkelerine (Gandvik’in Jotunhaime denilen kuzey bölgesine) gelmeden önce buralarda devler ve yarı devler yaşardı, bu toprakları onlar işlerdi (…) O sıralar Doğu’dan Asyalılar ve Türkler geldiler ve buraya Kuzey’e yerleştiler. Önderlerinin ismi Oden idi. Sekiz oğlu vardı. Hepsi birer büyük ve kudretli adam oldular.” (*1)
Başka bir İskandinav destanı (sagası) Bosa Sagası’nda, “Doğu Godland’ı Ring isminde bir kral yönetti. O, Göte’nin oğlu, İsveç Kralı Oden’in torunuydu. Oden Asya’dan gelmişti ve Kuzey’in en ünlü kraliyet hanedanlıkları onun soyundan gelmekteydi” şeklinde Türk kökenli tanrı-kral Oden hakkında ifadeler bulunmaktadır.
Çok dil bilen Oden ve karısının, genç, yaşlı, kadın erkek çok kalabalık bir kitleyle Turkland’den ayrılarak Kuzey’e doğru yola çıktığı, her geçtiği ülkede saygıyla karşılandıkları, hürmet gösterildiği, övgüyle söz edildikleri, “onların insandan çok tanrılara benzedikleri ”nin belirtildiği Snorre’nin Eddası’nda, “Saxland’a (Saksonya, Sechsen, Neidersachsen, Sachenaltau: Almanya’nın doğu ve kuzey bölgelerine) gelinceye dek durmadılar. Oden burada uzun bir süre konakladı ve buraların büyük bir bölümünü egemenliği altına aldı. Ülkenin korunmasını üç oğluna verdi.” İfadeleriyle etnik kökenlerine parmak basılmaktadır. (*2)
Doğu Saksonya’ya oğul Vegdeg, Wesfalen’e oğul Balder, Fragland’e (Fransa’ya) oğlu Sige hükmetti. Oden yönünü kuzeye çevirdi. Reidgotaland’e (Danimarka’da Jutland’a) geldi. Burayı da oğlu Sköld’ün korumasına bıraktı. “Burada Sköldoğulları bunların soyundan gelmektedir. Onlar Danimar kakralları oldular. O zaman Reidgotaland denilen yerin adı şimdi
Jutland.” (*3)
Görüldüğü gibi antik çağlardaki halk hareketlerinden haberdar olmanın yollarından birinin efsanelerdeki ifadelerin araştırılmasından ya da o dönemlerde gezgin ve araştırıcıların yazdığı ve bugünlere ulaşabilen edibi eserlerin incelenmesinden geçtiği açık bir gerçektir. Oğuz Kağan Destanı’ndan, Kutadgu Bilig’den, Dîvânu Lugâti’t-Türk’ten çok şey öğrendik. Yukarıdaki gibi bilim insanları kendi mitolojik anlatımlarından öğrenerek, dini muhafazakârlığın ve Türk düşmanlığının çok yoğun olduğu bir dönemde bilim insanlığı vicdanı ve hakikat aşkının etkisiyle Türk kökenlerini yazabilmişlerdir.
Oden kuzeye doğru sürdürdüğü yolculuğunu “bugün Svidjod (İsveç’te) noktaladı. Anlatım şöyle sürdürülüyor sagada: “Oranın kralının adı Gylfe’di. Aslar denen Asyalıların geldiğini duyan Gylfe hemen davrandı ve onları karşılamaya çıktı. Oden’e baş eğerek ülkesinin egemenliğini sundu. Nereden geçseler bu mutluluk sürdü. Ve buralara mutlu yıllar ve barış geldi.” (*4)
Kargaşalığın hüküm sürdüğü bir toplumda huzur ve güven ortamı sağlayan kuvvetlerin hâkim duruma geçtiği gerçeği burada da görülmektedir. Pax Romana, Pax Ottoman, Pax Amerikana gibi tarihte çok görülen bu gibi durumlar Svidjod’da da yaşanmıştır. İlkel toplumun çözülme aşamasında bulunan Svidjotluların kaos içindeki toplumunda Asya’dan gelen Türk tanrı kral Oden barış, huzur ve mutluluk getirince Svidjodlular onun hakimiyetini hemen tanımışlardır. Yeni gelen Asyalılar atlı çoban kültürü aşamasında bulunmaktadırlar. Göçebeliğin en son ve üst aşamasıdır bu. Medeniyete geçme ve devlet kuruculuğunun ustasıdırlar. Dünyaya da bu işi Oden’ler öğretmiştir.
Destanın beşinci bölümünde Oden’in son geldiği ve kralının kendisine boyun eğdiği Svidjod coğrafyasında “çok güzel ovalar” ve “çok iyi bir ortam” olduğunu düşünerek “şimdiki adı Sigtuna (Stockholm yakınlarında eski bir kent-AG) olan güzel bir kale kent seçti. Orada beyleriyle (aşiret reisleriyle) Truva’dakine benzer bir düzen kurdu. On iki beyini ülkenin yasalarına göre yönetmek üzere kente yerleştirdi. Her yere Türk geleneklerine uygun ve eskiden Truva’da var olana benzer adalet getirdi.” (*5)
KAYNAKLAR:
(*) Orta Çağ’da Viking, Cermen ve İzlanda edebiyatında düz yazı anlatım türlerinden biri (Wikipedia.org) (*1) İsveççenin Türkçeyle Benzerlikleri İsveçlilerin Türk Ataları, Abdullah Gürgün, Kaynak Yayınları, Geliştirilmiş 3. Baskı, s.91-92 (*2) Age, s.96 (*3) Age, s. 97 (*4) Age, s. 97 (*5) Age, s. 98 |
İskandinav destanlarındaki Türk kökenli tanrı-kral Odin-5
Oden kuzeye yolculuğunu sürdürdü. Ve en kuzey noktaya yani denize kadar ulaştı. Bu yeni coğrafyaya bilindiği gibi bugün Norveç denmektedir. Oden buraya da oğlu Saming’i kral yaptı.
Burada mitoloji şu ifadelerle sürmektedir: “Haleygja (Haylija) Anlatısı’nda (Haleygjatal) belirtildiği gibi, bütün Norveç kralları, kontları (Jarl: İngilizce earl-AG) ve diğer büyük adamlar onun soyundan türemişlerdir.” (*1)
En heyecanlı bölümü ise şu ifadeleri barındırır:
“Oden’in yanında, kendinden sonra gelecek olan ve şimdi İsveç (Svidjod) kralı olan oğlu Yngve vardı. Onun soyundan gelenlere de Ynglingler (Yinglingar) denecekti. Asyalılar bu ülkede kendilerine eşler buldular. Oğullarına eşler seçtiler. Ve Saksonya (Saxland) ve kuzeyinde soyları sayıca güçlendi. Dünyanın kuzey bölgelerine yayıldılar. Asyalıların dili (yani Türkçe-FÖ) bütün bu ülkelerin içinde konuşulan dil oldu. Ataların, kayda geçirilen bütün adları bu dilleri izledi. Ve Asyalılar dillerini de birlikte dünyanın bu bölgelerine, Norveç (Norge), İsveç (Svidjod), Danimarka (Danmark) ve Saksonya’ya (Saxland) taşıdılar. Ve İngiltere’de şimdikinden değişik bir dilde verilmiş olan eski yer adları ve isimler olduğu görülür.” (2) Ynglinge Sagası (Destanı’nın) 2’inci bölümünde, İskandinav halklarının ataları Türk kökenli tanrı-kral Oden’in geldiği ülke hakkında bilgi sunmaktadır. Buna göre, Oden Asya’dan gelmiştir. O zamanlar Tanakvis denilen Don Nehri’nin doğusundaki ülkeye Asaland (Asa Ülkesi, Asya) denirdi. Ya da Asa hem (Asa Yurdu)… Asya’da bulunan baş kaleye Asgard (Asyalılar Kalesi) deniyordu. “Buraya bir önder egemendi. Adı Oden’di.” (*3)
Ynglinge Sagası (Destanı’nın) 5’inci bölümünde İsveç’te tanrı-kral Oden’in çok geniş mülklerinin bulunduğunu belirtir.
Kuzeydoğu-Güneybatı yönünde uzanan ve İsveç’i (Svidjod’u) diğer ülkelerden ayıran bir dağ silsilesinin bulunduğu belirtilen bölümünde, “bu dağın güney yamacı Türk Ülkesi’nden (Turkland) uzak değildir. Burada Oden’in çok geniş mülkleri vardır” denilmektedir. (*4)
11’inci bölüm ise Oden’in oğlu Sveigder’in ülkeyi babasından devraldığından, “Tanrılar yurdunu ve ilk Oden’i ziyaret etme sözü verdiği” nden bahsetmektedir. Sveigder’le 12 yoldaşının dünyayı dolaştığını belirterek şu ifadelerle seyahat hakkında bilgi verir: “Türk Ülkesi’ne (Turkland) ve Büyük İsveç’e (Svidjod det stora) geldi. Orada pek çok akrabasını buldu. Bu yolculuk beş yıl sürdü. Sonra İsveç’e (Svidjod) geri döndü.” (*5)
“ODEN’İN PEŞİNDE, GEÇMİŞİMİZİN İZİNDE”
Buraya kadar Güney İsveçli, papaz bir aileden gelen, iyi bir eğitim gören, devlet arşivlerinde çalışan Lund Üniversitesi öğrencisi, Lund Akademisi sekreteri, tarih profesörü, Lund Üniversitesi rektörlüğü de yapmış, “lager” asaleti verilen, İsveç tarihi alanında “modern eleştirel tarih araştırmasının babası” sayılan, Lund Üniversitesi Tarih Enstitüsü’nün ilk tarih profesörü olan Sven Lagerbring’in (1707-1787) İskandinav destanlarına ve mitolojisine dayanarak kaleme aldıkları üzerinde durduk. Gelecek yazımızda Norveçli ünlü gezgin bilim insanı, deneysel arkeolojinin duayeni Prof. Thor Heyerdahl tarafından bizzat Ynglinge Destanı’ndaki adrese gidip kazılar yaparak yazdığı “Oden’in Peşinde, Geçmişimizin izinde” adlı eserindeki bilgilerden bahsedeceğiz.
KAYNAKLAR:
(*1) İsveççenin Türkçeyle Benzerlikleri İsveçlilerin Türk Ataları, Abdullah Gürgün, Kaynak Yayınları, Geliştirilmiş 3. Baskı, s.98 (*2) Age, s.98 (*3) Age, s. 99 (*4) Age, s. 99 (*5) Age, s. 99 |
İskandinav destanlarındaki Türk kökenli tanrı-kral Odin-6
Niye ülkemizde sağ ve muhafazakâr kesimde “Osmanlı torunuyuz” lafı gündemdeki yerini korumaktadır?
Daha sekiz yıl öncesine kadar dış politikada Neo-Osmanlıcılık siyasi otoritenin kullandığı bir sıfattı. Gerçi 2014 yılından sonra özellikle Ergenekon ve Balyoz kumpaslarının çökertilmesi ve Silivri duvarlarının yıkılması sonucu Türkiye’nin paslı Atlantik prangalarını kırma sürecine girmesiyle Neo-Osmanlıcılık sahte akımı da sönmeye başlamıştı ama gene de halkımız nezdinde “Osmanlı torunu” olmak vazgeçilmez bir tutumdur.
Hiç kuşkusuz Osmanlı İmparatorluğu bizimdir. Bizim tarihimizin son çağlardaki önemli siyasi, toplumsal ve tarihi kuruluşlarından biridir. Çekirge sürüleri gibi Doğu’dan Batı’ya akan ve önüne geleni silip süpüren Tatar fırtınasında dağılan Anadolu Selçuklu Devleti topraklarında, çöken Bizans’ın da mirasını sentezleyerek Türk’ün ünlü devlet kuruculuğu maharetini ete kemiğe büründürerek dünya tarihine yön veren bir imparatorluk kurulmuştur. Ancak artık tarih olmuş bir mazidir. Avrasya’ya doğru akan Türkiye’de hiçbir işe yaramayan bir hayaldir. Tam tersine Dışişleri Bakanımızın dediği gibi “Yeniden Asya Çağı” sürecinde Türkiye Cumhuriyeti’ne ayak bağıdır.
Ancak neden “Hun torunuyuz”, “Köktürk torunuyuz” vs. denmez de “Osmanlı torunu” olmak vazgeçilmez bir sıfat olma özelliğini taşır? Nihayetinde Selçuklular da, Osmanlılar da Batıya doğru yönelen Sir-i derya Oğuzlarından kaynaklanan devletlerdir. Neden mesela “Oğuz torunuyuz” denmez? Dünya tarihine yön vermiş büyük imparatorluklar örgütlemiş, insanlık tarihini derinden etkilemiş büyük devletler inşa etmiş halkımızın bilincinin derinliklerine tarihi kökleri nasıl itilmiş? Batı’da birçok halkın, ilk medeniyeti tarih sahnesine çıkaran etnik unsurun İskit-Saka Türkleri olduğu, bu Öntürk atalarımızın da ilkel toplumun en yüksek aşaması olan atlı çoban kültürünü geliştiren halk olduğu ortaya çıkınca atalarının mezarlarında at kemikleri araması boşuna değildir. Geçmişlerine baktıkça ve indikçe köksüz olduklarını anladıkları için tabii ki! Sakalar/İskitler Gizlenen Kök Atalarımız adlı kitabın yazarı
Bahtiyar Aydın’ın sosyal medya hesabından yaptığı, “Elinde savaşta yendiği ve oğlunun intikamı için kafasını kestirip kan dolu fıçıya daldırarak kana doyurduğu Pers kralı Büyük Kiros’un kesik başı bulunan Tomris Katun’un heykeli” nin, “Almanya’nın Saksonya eyaleti, Dresden şehrindeki parkı süslediğini gösteren” paylaşımı gibi yayınlar kafalarımızda şafak attırıyor ve niye bu heykelin Türkiye’de de olmadığını sorgulamamızı sağlıyor. (*1)
Bir başka İddia: “Hitler gelene kadar Almanlar Türk’tü.” Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Almanlar kendilerini Hunların devamı olarak tanımladılar. Kökenlerinin Sakalar’a –Öntürk atalarımıza- çıktığını belirttiler. (*2) Bundan dolayı Saksonya’da, Dresden kentinde Tomris Katun’un heykeli bulunmaktadır.
Çünkü MÖ 1’inci bin yıllarda Hunların bir kolu olarak oralardan İskandinav Yarımadası’na kadar sekiz ayaklı atıyla, iki kuzgun ve kurduyla tanrı-kral Odin geçmiştir. (*3)
Ynglinge sagasında belirtilen tanrı-kral Oden’in geldiği topraklara (Turkland’e) –Oden’in çok geniş mülklerinin bulunduğu Öntürk atalarımız İskitler-Sakalar’ın ülkelerine- giderek bizzat araştırma yapan Norveçli ünlü gezgin bilim insanı, deneysel arkeolojinin duayeni Prof. Thor Heyerdahl, elde ettiği bilgi ve bulguları 1999 yılında Norveç’te İsveçli tarihçi ve harita uzmanı Per Lilieström’le birlikte kitaplaştırarak kamuoyuna sunmuştur. Kitabın adını “Oden’in Peşinde, Geçmişimizin İzinde” (Jakten pa Oden, Pa sporet var förtid) şeklinde koymuştur. Bu kitapta da İskandinav halklarının kökeninin, Kafkasya topraklarından kalabalık kitleler halinde tanrı-kral Oden önderliğinde Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlar üzerinden Avrupa içlerine ve kuzeye yönelerek İskandinavya topraklarına göçeden İskit-Saka Öntürk atalarımız olduğu ifade edilmektedir. (*4)
Norveçli ve İsveçli bilim insanları Snorre Sturlesson, Sven Lagerbring ve Thor Heyerdahl, Viking tanrı-kralı Oden ile Türkler arasındaki ilişkiyi “hiç gizlemeden” , açıkça ve alenen, çok büyük eleştiriler almaları pahasına “deneysel arkeoloji kanalıyla” da gözler önüne sermektedir. (*5)
KAYNAKLAR:
(*1) Tomris Hatun (*2) Johannes Fresler, “İskitler-Sakalar Almanların Ataları”/ Akt. (*3) İsveççenin Türkçeyle Benzerlikleri İsveçlilerin Türk Ataları, Abdullah Gürgün, Kaynak Yayınları, Geliştirilmiş 3. Baskı, s. 100 (*4) Age, s.106-107 (*5) Age, s. 107 |
1-
Kızılderililer, Türk’tür-7
Kolomb öncesi Amerika tarihi, göçler ve Kızılderililerin inşa ettiği medeniyetler tarihidir.
Olmek, Toltek, Aztek, İnka, Maya medeniyeti…
Bu halkların ilk vatanları, Amerika değildir.
Bu hakikat, artık bugün ispatlanmış durumdadır.
Amerika kıtasına ilk göçler MÖ 30-40 bin yıl önce Asya’dan Bering Boğazı’ndan vuku buldu. İnsanlar, henüz “tabiat hali” nin en üst aşamasında yaşıyorlardı. Avcılık ve toplayıcılıkla geçiniyorlardı. Bir üretim, dolayısıyla bir üretim fazlası yoktu. Komünal toplum halindeydiler. Bu göçler bin yıllar boyunca sürdü; MÖ 2. binlerde son buldu. Bu tarih Asya’da Öntürk atalarımız İskitler /Sakalar’ın hüküm sürdüğü dönemdir. Atlı çoban kültürü ikliminde devletleşmenin sancılarını çekmektedirler. Artık bu devrede göçler, atlı çoban kültürünün mayasını, ırmak boylarındaki devletleşme becerisi olamayan çiftçi halkların yarattığı olağanüstü ekonomik değerlerle mayalamak, bunun yarattığı zeminde devletler inşa etmek içindir. (*1)
12-13. yüzyıllarda kapitalizmin şafağının İslam dünyasında atacağı sanılırken, devrim, hâkim medeniyetin merkezinde değil, eteklerinde, kenarlarında meydana geldi.
15’inci yüzyılda Avrupa 1000 yıllık Ortaçağ karanlığından uyanmaya başladı.
Rönesans hareketleri, Aydınlanma süreci hantal Avrupa’yı hareketlendirdi.
Osmanlı Devleti, İpek Yolu’nu ele geçirdi. Dünya ticaret yollarının geliri Osmanlı Hazinesini doldurmaya başladı.
Bunun üzerine Büyük Coğrafi keşifler başladı.
15’inci yüzyılın ortalarından itibaren Avrupalılar yeni yollar aramaya girişti.
Bu kapsamda Vikinglerden 471 yıl sonra 1492 yılında Kolomb, doğunun zenginliklerine ulaşmak isterken yanlışlıkla Amerika’ya, sonradan “Amerika kıtası” denecek topraklara çıktı.
İşte Amerika kıtasında ne olduysa bundan sonra olmuş, kıtadaki on binlerce yıllık büyük antik medeniyetler yerle bir edilmiş, büyük katliamlar yapılmıştır. Amerika kıtasının altın ve diğer değerleri Avrupa’ya akmaya başladı. Bunun sonucunda Avrupalılar Amerika kıtasını işgal ettiler. Temelini İngilizlerin kurduğu 13 koloninin oluşturduğu ABD, 1776 yılında kurulduktan sonra Kızılderililer üzerinde onların topraklarını ele geçirmek için soykırım uyguladı. Kıtanın binyıllardır sakinleri ve sahipleri olan Kızılderilileri neredeyse soy olarak yok ettiler.
Kızılderililerin dilinin 600’e yakın lehçesi vardır. Ortak dilleri ise Atabaşkan Dilidir. Altay Dil Ailesine yakın bir dildir.
Kızılderili Aztekler, Toltekler’in soydaşıdır. Aztek mitolojisi, “Aştlan” adlı bir ülkeden geldiklerini içerir. Kendilerine bir mağaradan “kuşlu bir bilge” yol göstermiştir. Aztek mitolojisinin bu değerleri, Ergenekon destanını hatırlatmaktadır.
Kabile isimleriyle, yerleşim yeri isimleriyle Orta Asta Türklüğünü hatırlatmaktadır. Yerleşim yeri adları Uygurlarınkine tıpatıp benzemektedir. Apache (Apaçi), Orta Asya dillerinde de “savaşçı” olarak kullanılmaktadır.
Sayı sistemleriyle de Türkçeye benzemektedirler. Bir sayısını aynı anlamda ve aynı seslerle birçok Kızılderili boyu kullanmaktadır. (*2)
Maya, Aztek ve Tulteklerin piramitlerinin, Mısır piramitlerine değil ama Mezopotamya Sumer piramitlerine (Zigguratlara) benzediği tarihi bir gerçektir. Ayrıca Kızılderililerin dilleriyle Sumerce arasında da büyük benzerlikler bulunmaktadır.
Orta Meksika’da yaşayan Tultekler, Tullan (Turan) adıyla destanlaştırdıkları bir ülkeden geldiklerine inanıyorlardı.
Rus bilim adamları, Kızılderililerin atalarının Altay Dağları ve Baykal Gölü arasındaki Tuva bölgesinden Amerika’ya gittiğini kanıtladılar. Böylece Orta Asyalılarla Kızılderililer arasındaki akrabalık ve genetik bağ bilimsel olarak ortaya çıktı. 1673’te John Jocelya isimli yazar, Mohawk Kızılderililerinin Tatar Türkçesi konuştuğunu yazdı. Dr. Calvin Kephart Kızılderilileri “Türkler” ve “Turanlılar” sözcükleriyle karşılamıştır. (*3)
Olmekler’le Türk asıllı Etrüskler’in heykel ve sanatları şaşılacak şekilde birbirine çok benzemektedir. (*4)
Aydınlık gazetesinden Rozerin Doğan’ın yaptığı söyleşide, Kök Atalarımız İskit(Sakalar adlı kitabın yazarı Bahtiyar Aydın’ın belirttiği gibi, “Kızılderili efsaneleri, eski Türk destanlarının kopyası gibidir. Konuların felsefi derinlikleri ve kahramanlara verilen isimler de birbirine benzemektedir… Örneğin, Dede Korkut ve Manas’taki Deli Dumrul, Siyu Kızılderililerinde ‘Çılgın At’ olarak karşımıza çıkmaktadır… İknalardaki ‘kapalı yurttan çıkış’ anlamına gelen ‘Kapaktokon Efsanesinin’, Ergenekon Destanına benzemesi ve Mongo Kapak efsanesi de bire bir aynıdır… O halde İskitler, mitoslar bakımından Hunlar ve Kızılderililerin akrabası; din, dil, siyasi, sosyal ve kültürel yapılar bakımından da Hunlar ile Göktürklerin atası; ortak tarihe, coğrafyaya ve efsanelere göre de Oğuzlarla aynı olmalıdır…” (*5)
KAYNAKLAR:
(*1) Og’dan Oğur’a Devletin Oluşması Sürecinin Türkçedeki İzleri, Dr. Doğu Perinçek, Kaynak Yayınları, geliştirilmiş 5. Baskı, s.135 (*2) Türktoyu / (*3) Hürriyet – (*4) Türkiye- (*5) Bahtiyar Aydın, Rozerin Doğan, Söyleşi Aydınlık |
Maya, Aztek, İnkalarla Türklerin benzerlikleri – 8
Büyük devrimci, yenilmez komutan, müstesna devlet adamı, milletimizin ve bütün Mazlum Milletlerin kurtuluş meşalesi Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümü üzerine onun büyük bir heyecanla başlattığı Türk soyunun geçmişinin araştırılması çabaları durduruldu. Devrim taşlaşmaya başlamıştı zaten. 1920 ve 30’ların devrimcilerinin heyecanı kireçlenmeye yüz tutmuştu. Atatürk sayesinde ayakta durabiliyordu. O etken ortadan kalkınca özellikle Milli Şef iktidarının Tanzimatçı zihniyetinin etkisiyle ülkemizin bilim ve düşün hayatına Batı etkileri, Avrupa odaklı tarih anlayışının zehirli fikirleri saldırıya geçti. Tanzimat’tan bu yana hazırcılığa ve kolaycılığa alışmış olan Türk aydını ve düşünürleri bu akımın zehirli meyveleriyle yetişti.
Son zamanlardaysa Atatürk’ün ölümüyle kesintiye uğrayan ve Avrupa odaklı düşüncelerin etkisine giren bilim ve düşün hayatımızın yeniden dirilişi şartlarını yaşamaya başladık. Türkiye’miz Atlantik zincirlerini kırdıkça, Avrasya yolculuğunda ilerledikçe ve derinleştikçe, siyasi bakımdan özgürleştikçe bilimsel ve düşünsel bakımdan da özüne dönmekte, yeniden Atatürk rotasına girmektedir. 21’inci yüzyıl bu bakımdan Türk Yüzyılı olacaktır.
Atatürk, Türk soyunun geçmişini, nereden gelip nereye gittiğini, Türk tarihinin tarih öncesini, antikitesini, orta Asya’dan nerelere kadar, hangi dönemlerde yayılmışlardı; bunu ortaya çıkaracaktı. Bunun için araştırma kurumları ve kurulları kurmuştu.
Bu arada Kızılderililerle yakından ilgilenmiş, Maya, Aztek ve İnkaların tarihine yönelmişti.
Tahsin Bey’i Meksika’ya elçi olarak atamış, Etnografya Müzesi’nden bazı görevlileri de yanına katmış; yüklüce bir harcırah vermişti. Görünüşte elçi olan Tahsin Bey’in esas görevi, Maya dilinin Öztürkçeyle olan benzerliklerini ve Maya tabletlerini araştırmaktı.
Ekibin araştırmaları 3 cilt tutacak şekilde kitaplaştırılarak Atatürk’e gönderildi. Bu araştırmalar sonucu oluşturulan kitapta Kızılderililerle
Türkler arasında çok yakın bağ ve ilişkiler saptandı. Maya, Aztek ve İnka uygarlıklarının kullandığı güncel eşyalar, Türklerin kullandığı eşyalara aşırı derecede benziyordu. Davul ve kalkanlarındaki ay ve yıldız, tıpkı Türk bayrağındaki ay ve yıldızın tıpatıp aynısıydı. Tapınak ayinlerini yönetenlerin kürsülerinde “Bozkurt” figürü vardı. Bozkurt dünyada sadece Türk mitolojisinde görülen bir figürdür. Maya tabletleriyle Orhun Yazıtları arasında birçok benzerlik vardı. (*1)
Öte yandan bilim ve teknolojinin son dönemde olağanüstü gelişmesiyle yapılan çalışmalar sonucu Sibirya’da yaşayan Yakut Türkleriyle Mayalar arasında genetik benzerlikler, dolayısıyla akrabalıklar bulunduğu saptandı. (*2)
Diller arasındaki çok sayıda benzerlikler dikkat çekicidir. Birkaç Kızılderili kelimeyle Türkçeyi karşılaştırmak bile tarihi akrabalığı ortaya sermektedir.
(Misssigi: Mısır / Tepek: tepe / Hu: selam / Türe : töre / Tete : dede / Atış-ka : ateş / Aş- köz : yemek / Yu: su / Yu-mak : yıkamak / Köç: göç / Tekun: tekin / Atağ: ata / Yaşıl : yeşil / Çakira: çakır / Kün: Gün / Atapaskan : Kızılderili kabilesinin adı / Ata-Hualpa : Son Maya kralının adı / Kalakmul, Uaxactun, Kopan: Maya şehirlerinin isimleri.)
Bu çarpıcı dil benzerlikleri dışında Fransız dilbilimci Dumesnil, Kızılderililerin kullandığı 320 kelimenin Türkçe ile aynı olduğunu, Tarihçi Ord. Prof. Denis Sinor, kültür, din ve inanış, semboller, dil ve gelenekler arasında da çok ciddi benzerlikler saptadı. Kızılderili kabileleri, boyunlarına hilal şeklinde “Tork” adını verdikleri bir takı takmaktadırlar. Tork, Sümer Tanrıçası İnanna’yı sembolize eden “Ay kayığı” simgesi olan hilal şeklindedir. (*3) Anadolu’da Hitit devleti kurulmadan evvel yaşayan ve kralları Pampa döneminde Hitit hegemonyasına giren Tork ’lar ( Torkom ’lar) da Tork kolyesi takmaktadırlar. Bozok kabileleri olan sarışın Kızılderili kabilelerinden Navajo ’lar, Şanı ’lar, Ocibya ’lar boyunlarına kolye olarak kemikten yapılmış Tork’lar takmaktadırlar. Bu “Tork”ları, Çokta Kızılderililer’i hilalin ortasına yıldız koyarak göğsü kaplayan geniş bir Ay yıldız kolye olarak kullanırlar. (*4)