Avukatlar Günü…
Bir avukatlar günü daha geçti. Öğretmenler gününde öğretmenlerin gönlünün alındığı kadar bile, yalandan da olsa gönlümüz alınmadı. Çünkü avukatlar bu toplumun sadece ihtiyaç duyulduğunda akıllara gelen evlatlarıydı. Kimileri ilk kez duyduğu için “Avukatlar günü de mi varmış?” dedi. Kimi avukatlar ilk defa avukatlar günü balosuna katıldılar. Sosyal paylaşım sitelerinde avukatlar gününü birer cümleyle kutlandı…
Türkiye’de Avukatlar Günü’nün 132 yıldır kutlandığı söyleniyor. Kimilerine göre de 52 yıldır. Peki, “avukatlar günü neden var?” ve “neden 5 nisan günü kutlanıyor?” Avukatlar Günü ‘nün 5 Nisan tarihi olarak kutlanmasında, İstanbul Barosu’nun ilk Genel Kurulunun 5 Nisan 1878’ de yapılmış olmasının etkili olduğunu ileri süren görüşler vardır. Baro Başkanları, 5 Nisan 1958 de ilk kez İzmir’de toplanarak, bu tarihin avukatlar günü olarak kutlanmasına karar vermişlerdir. Ancak bu tarihin 70 yıl önce aynı gün yapılan İstanbul Barosu Genel Kurulunun tarihi ile bir ilgisi olup olmadığına dair bir açıklık yoktur. Bu nedenle Avukatlar gününün, İstanbul Barosunun ilk genel kurulundan beri 132 yıldır kutlandığı söylemini, mesleğimize olmayan bir tarihi süreç kazandırma çabası olarak görüyorum. 5 Nisan 1958 yılında yapılan, Baro Başkanları İzmir toplantısına ilişkin toplantı Tutanakları, 7 Nisan 1958 Pazartesi tarihli, Demokrat İzmir Gazetesi nde yayınlanmıştır. 5 Nisan’ın Avukatlar Günü olarak kabul edilmesine ilişkin tarihi kararlar şu şekildedir:
5 Nisan 1958 günü avukatlar günü ile birlikte, Türkiye Barolar Birliği’nin kurulmasına ilişkin ilk kararın verildiği gün olması nedeniyle, tarihi öneme sahiptir.
Tarihi önemi bir yana biz avukatların, sırf bize ait olduğu için bile, bu güne yeterince ilgi gösterdiği söylenemez. Çünkü bizzat biz avukatlar ne toplumdan ne yargının diğer unsurlarından ne de diğer devlet erklerinden yeterince ilgi görüyoruz. Kendimizi önemli hissetmiyoruz. Avukatlar gününde bir meslektaşımın söylediği şu sözler, sanki çoğumuzun hislerimizi özetliyor: “ Bu yıl en kötü Avukatlar Gününü kutlamış bulunuyoruz. İyi niyet temennileri ve ninnileri hiç birimizi avutmuyor… ” Evet, mutsuzuz. Çünkü biliyoruz ki; birlikte yaşadığımız ve uygulamasına yardımcı olarak ekmeğimizi kazandığımız, hukukun değersizleşmesi demek, hukukçunun da değersizleşmesi anlamına geliyor…
Avukatlar, Yargının Kurucu Unsurudur
Stajyerlerimize, göğsümüzü gere gere, avukatlar olarak yargının kurucu unsuru olduğumuzu öğretiyoruz. Dayanağımız ise Avukatlık Kanunu’nun 1. maddesi. Avukatların kendi kanunlarıyla yargının kurucu unsuru olarak kabul edilmesi, başkası görmesin, bilmesin diye, öylesine yazılmış gibi yalnız ve dayanaksız duruyor. Sanki kendi kanunumuzu kendimiz yapmışız da kendimize iltimas geçmişiz gibi, bu sözde ayrıcalığımız bizim dışımızdakiler tarafından her fırsatta görmezden geliniyor. Ama haksızlık yapmayalım, Avukatlık Kanununda yapılan değişiklikle sağlanan, Devlet ve İl Protokolü ndeki ilerlememiz yadsınamaz. Türkiye Barolar Birliği Başkanı Devlet Protokolünde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın yanında 24. sırada. İl Protokolünde ise Baro Başkanları 12. sıradalar. Mesleğimiz adına ne büyük ayrıcalık, yan yana dizilirkenki sıramız değil mi…
Türkiye’nin birikmiş sorunlarına çözüm olacağı umulan Anayasa Değişikliği tartışılıyor. Anayasada yapılması öngörülen değişikte, yargının sözde kurucu unsuru avukatların esamesi okunmuyor. Eğer gerçekten yargının kurucu unsuru isek neden Anayasada avukatlar, yargının kurucu unsuru olarak düzenlenmiyor? Yargı reformu yapılıyorsa, yargının yükünü mahkemeler kadar üstlenen avukatların, yargının düzenlendiği başlıkta yer alması ve Avukatların yargının kurucu unsuru olduğuna Anayasal güvence getirilmeli, Av. Kan. m. 1 ‘e gerçek bir dayanak sağlanmalıdır.
Meslek örgütlerimiz olan Baroların ve Türkiye Barolar Birliği’nin Anayasanın 135. maddesi uyarınca kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olarak düzenlenmesi, TBB ve baroların yürütmenin unsuru olan kamu kuruluşları gibi yürütmenin bir öğesi olarak görülmesi, yanlış bir yapılanmaya yol açmış, bu da mesleğimize karşı geliştirilen vesayetçi bakış açılarına öncülük etmiştir. Meslek kuruluşlarımızın Anayasa’da yürütme erki içinde düzenlenmesi doğru değildir. Zaten bu anlayışın sonucu olarak avukatlar kimi zaman kamu görevlisi, kimi uygun geldiği zaman ise serbest meslek mensubu olarak tanımlanmaktadırlar. Savunmanın yargı içerisindeki yeri yeterince netleşmedikçe ve güvenceye altına alınmadıkça bu fikir bocalamaları sürüp gidecektir. Biz hala yargıyı bir bütün, avukatları da bu bütünün eşit bir parçası olarak göremiyoruz.
Kendi Haklarını Savunmakta Zorlanan Türk Avukatlığı
Avukatlar, vatandaşın haklarını savundukları kadar kendilerini de savunmak durumunda kalmaktadırlar. Avukatlar, kendilerini günden güne daha önemsiz hissettikleri çalışma şartlarında, ekonomik varlıklarını ve bağımsızlıklarını korumaya çalışan, toplumda hak etmedikleri bir mesleki imajın yükünü taşıyan, günden güne kendini, mesleklerine yönelen tehlikelere karşı daha çok savunmak zorunda kalan, meslek mensupları haline gelmişlerdir.
Avukatların ekonomik durumunu ülkenin genelinden ayırmak mümkün değildir. Avukatlar da toplumla birlikte fakirleşiyor ve işsizlikle boğuşuyorlar. Avukatların ekonomik sıkıntılarının had safhaya ulaşmasında, hizmet, perakende, üretim ve ulaşım sektörlerinin kontrolünün büyük şirket ve organizasyonların elinde toplanıyor olmasının büyük etkisi vardır. Büyüyen ekonomi ise aynı etkiyi hukuki hizmet sektöründe göstermemektedir.
Meslek kurallarının ilk iki maddesinde, bağımsızlığına vurgu yapılan ve bağımsızlığa gölge düşürecek iş kabulünden yasaklanan avukatlar, rekabetçi ekonominin zorlamasıyla, büyük şirketlerin veya bankaların “bağımlı” avukatları olabilmeyi artık başarı sayıyorlar. Yargının bağımsızlığı kadar önemli olan avukatların ekonomik bağımsızlığı, her geçen gün anlamını yitiriyor. Avukatlık mesleği her gün daha çok çalışarak ayakta kalınabilecek bir meslek haline geliyor. Avukatlar artık birikim yapmak, yeni şeylerin sahibi olmak bir yana dursun, eski kazanımlarını kaybetmekle yüz yüzeler. Bir yandan avukatların gelir kaynakları azalırken, diğer yandan bu durumu avukatların kaçırdığı vergiye bağlayan maliye, özel hayatımıza girme imkanı bulan yöntem ve teknolojilerle avukatlar üzerinde daha sert baskılar kuruyor.
Avukatlar uzun yıllar hasta olmaktan, ameliyat masrafını karşılayamamaktan korkan insanlar olarak yaşamaya mahkum edilmişlerdi. Artan primlerimiz sayesinde artık bizler de SGK güvencesi altındayız. Ama geçmişten gelen refleksimiz kendi sağlık güvence sistemimizi geliştirmemizi sağlayarak, TBB Sosyal Yardım ve Dayanışma Fonu gibi övünülecek bir fona ve bu yıl için 120.000 TL gibi ciddi bir güvenceye kavuşmamızı sağladı. Mesleki sosyal güvencemiz gibi mesleki olanaklarımızın, iş alanlarımızın artırılması için de inisiyatif alınmasının zamanı gelmiştir. Avukata danışmayı ve işlemlerin avukatla takibini özendiren projeler hazırlanmalı, hayata geçirilmedir.
Tartışmaların dışında bırakılmış olsalar da yargının bütün sıkıntıları, onları derinden hisseden avukatları yakından ilgilendiriyor. Ama ne yazık ki avukatların mesleki sıkıntıları her zaman olduğu gibi ustaca görmezden gelinebiliyor. Adliyeleri Adalet Bakanlığının birer dairesi, avukatları da adliyelerin gelip geçen ziyaretçileri olarak görmekten kurtulamamış bir anlayışın gölgesinde, mesleğimizi sürdürmeye çalışıyoruz. Adalet Bakanlığı bürokrasisinin tamamı, bağımsız olması gereken, fakat idari görevlere atanmış, “hakimlerden” oluşmakta. Avukatlar, gelişmiş ülkelerdekinin aksine Adalet Bakanlığının, birimlerinde hem çalışan hem de mesleki olarak temsil edilmiyor ve görev alamıyorlar.
Mahkeme kalemlerinde hala kimliğimizi, yetkilerimizi anlatmak ve açıklamak zorunluluğu hissediyoruz. Özellikle Danıştay saldırısından sonra mahkeme girişlerinde her avukatın “dikkat edilmesi gereken şüpheli” muamelesi görmesi, gerek kolluğun gerekse avukatların psikolojisini oldukça olumsuz etkilemektedir. Avukat kapılarının ayrılması gibi geçmişte bizi rahatlatmak için düşünülen çözümler bahsettiğim travma nedeniyle anlamını yitirmiş durumdadır.
Hakimler, avukatların mesleki sorunlarına karşı kayıtsızlık halindeler. Duruşma tarihlerinin belirlenmesinden, gün içindeki duruşma yönetimine kadar bir çok sorunda, avukatların hep susması ve katlanması gereken taraf olması bekleniyor. Statükonun devamı için de bakılan davanın sıhhati ve gidişatı üzerinden, avukatlara görünmez bir baskı kuruluyor. İcra dairelerinde çalışabilmek, insanüstü bir dayanıklılık ve sabır gerektiriyor. Yoğunluk, sıkışıklık ve gecikmeler, avukatları müvekkilleri ile icra müdürlükleri arasında iyice yıpratıyor.
Kısıtlı iş olanakları avukatların çoğunluğunu “çalışan avukat” haline getirmiştir. Sayımızın kontrolden çıkması, avukat arzının fazlalığı, buna karşın avukat istihdamındaki düşüklük, avukatlığın ve avukat emeğinin değerini ister istemez düşürmüştür. İş arayan avukatların fazlalığı, köle gibi çalışan ve köle gibi çalışmaya razı olduğu halde iş bulamayan iki avukat kesimini ortaya çıkarmıştır.
Türkiye’de avukatlık yıllar geçtikçe saygınlığını yitiriyor. Avukatlık deyince her şeyin karşısında duran, her şeyin önüne dikilen, parası olanın yanında olan bir mesleğin mensubu insanlar akla geliyor. Barolar ve avukatlar kimilerine göre toplumsal ve yasal ilerlemenin önünde engel, kimine göre ise cumhuriyetin ve yasaların uygulanmasının teminatı. Ne taraftan bakıldığına göre böylesine keskin bir ayrıma ve bakış açısı farklılığına maruz kalan bir mesleğin, her iki durumda da içinde bulunduğu teyakkuz hali iyiye işaret değildir.
Mesleğimizin hukukçular arasında güvenilirliğine en az inanılan meslek olmasında, mesleğimizin geçmişini temsil edenler kadar şu an icra etmekte olan bizlerin de sorumlulukları vardır. Güveni ve inancı sağlamak, meslek kurallarına sıkı sıkıya bağlı kalmakla mümkündür. Ancak 1970 li yıllardan beri herhangi bir değişikliğe uğramayan avukatlık meslek kuralları, güncelliğini ve kendisine uyulma iradesini kaybetmiş durumdadır. Kimi maddesinin yürürlüğü yargı kararlarıyla durdurulan, kimi maddeleri ise fıkra gibi anlatılan “Avukatlık Meslek Kuralları” nın acilen güncellenmesine, staj eğitiminden başlayarak uygulanması yönünde etkin bilinçlendirme çalışmaları yapılmasına ihtiyaç vardır.
Hak arama hürriyetinin güvencesi ve işlerliğinin teminatı avukatlardır. Hakkını etkin bir şekilde elde etmek ve savunmak isteyen herkes avukatlara ihtiyaç duyar. Avukatlar temsil ettikleri kişilerin haklarını tam olarak güvenceye alınmasını sağlayarak, gerek idari, gerek özel hukuk mercileri ve gerekse yargı mercilerinin şeffalığı ve dolaylı denetimini sağlar. Oldukça düşük ücretlerle adli yardım ve CMK birimlerinde görev alarak imkanı olmayan vatandaşların, diğer vatandaşlardan eksik kalmayacak şekilde hukuki hizmet almasında, bu işi bir çok olumsuz yanına rağmen sırtlanan avukat emekçisinin rolü yadsınamaz.
Barolar ve tek tek avukatlar, yasal düzenlemelerin takipçisi olarak uygulanmasında olduğu kadar, yasalaşması ve yürürlüğe girmesi sürecinde de etkili kesimlerdir. Önemli olduğumuz bize hissettirilmese de Baroların ve TBB’nin düzenlemelere ilişkin görüşleri okunup incelenir. Üstelik avukatlar, bahsedilenlerin tamamını çağın gerisinde bir mesleki mevzuat ve kötü çalışma şartlarına rağmen yerine getirmeye çalışırlar.
Bütün bunlara rağmen yasama ve yürütmenin bizden esirgediği rolümüzü, olması gerektiği gibi, kendimiz kabullenmeli ve avukatların yargı bağımsızlığının, hak arama hürriyetinin teminatı olduğu, yargının “üvey değil, kurucu unsuru” olduğumuzu, bağımsız savunmanın olmadığı yerde yargılamanın olamayacağı görüşünü ısrarla savunmalı ve takipçisi olmalıyız.
Yazının Baro Türk Dergisi’nde yayınlanmış versiyonu için: Yargının Kurucu Unsuru Avukatlar (Baro Türk, Yıl: 1, Sayı: 1, Nisan 2015 s. 48-51)