Fatih’in âlim, sanatkâr ve şairleri etrafında toplayarak onları himaye etmiş, onlarla haftanın belirli günlerinde sohbet etme adetini geliştirmiştir. Bu sohbet haftada iki gün olarak gerçekleşirdi.
Fatih Sultan Mehmet, sefere çıktığında etrafında âlim ve şairlere yer verir, fırsat buldukça da onlarla ilmî ve edebî sohbetler yapardı. Bu yapılan ilmî ve edebî sohbetlerin sonunda zaman zaman edebî, ilmî, dînî ve felsefî eserler ortaya çıkardı. Bu yapılan edebî sohbetlerin birinde ilk mısrası Fatih’e ait olan ve devamını diğer şairlerin getirdiği aşağıdaki şiir yazılmıştır:
Li-Sultân Muhammed : Hattun hadün yüzini tutdı nitekim ey cân
Hızır Beg : Âyîne-i vücûdı dûd-ı dil-i muhibbân
Gürânî : La‘lin tabak içinde pîrûze-rîze lerzân Dâvud-ı gûyende : Cennet çemenlerini bitürdi ebr-i nîsân
Hayâlî Çelebi : Saf saf sipâh-i Zengî etrâf-i Rûmı yek-sân
Bâlî Paşa : Levh-i kamerde yazdı satr-i hurûfı Yezdân
Ahmet Paşa : Mûra müsellem itdi emlâkini Süleymân
Hâcı Hasanoğlı : Yâkut safhasını hatt-ı gubâr-ı reyhân
Mevlana Kırımî : Levh üzre yazdı hâmen âyât-ı nazm-ı Kur’ân
Hâcezâde : Etrâf-ı gül-sitânı itdi benefşe gerdân
‘Işkî : Bâg-ı Behişt içinde gül çevresini reyhân
‘Ulvî : Devr-i kamerde Rûmî tugrâ-yı şâh-ı devrân
Kâdî Ayâzmendî : Misk-i Hoten çerisi gül milketini yek-sân
Mahmûd Paşa : Rûm iklimine zencîr gösterdi nazm-ı dîvân
Sâbirî : Gül safhasında olmış miskin benefşe-efşân
Sâbirî ‘İsâ : Hüccâc-ı Hind dolmış Mekke içinde ‘üryân
Kâdî-zâde-i Serez : Hindûya itdi teslîm Rûm mülkin ibn-i ‘Osmân
Sâhibî : San mûrçe irişüp Firdevse oldı mihmân
Tâlibî : Geldi Habeş ilinden Rûm içre buldı îmân
Hayrân-ı mudhik : Kara çalu böğürtlen iğde dükânı sencân
Ayâzmendî-i mudhik : Yaşıl yaprag içinde hoş yaraşur batıncân
Bu dönemi anlatan kaynaklar taranarak, Fatih Sultan Mehmed ’in çevresinde bulunan şairlerden tespit edilebilenler şunlardır:
Makale İçindekiler
Adnî, Fatih Sultan Mehmet’in güvenini, sevgisini ve saygısını kazanmış önemli bir devlet adamı olan Vezir-i azâm Mahmut Paşa’nın (ö. 879/1474 ), şiirdeki mahlasıdır. Ülkenin imarından tehcir işlerine kadar her konuda görev almış, orduda ve donanmada komutanlık yapmış, Padişahın divanında, edebî toplantılarında yerini almış bir şahsiyettir. Bundan dolayı Gelibolulu Âli, “ol tarihde Horasan Padişahının (Hüseyn-i Baykara) veziri Mir Ali Şîr Nevayî ve Hudavendigâr-ı Rûmun (Fatih Sultan Mehmet) vekil-i müşiri mezkûr Mahmut Paşa arasındaki eşsiz benzerlik devlet işlerinden ötedir.” diyerek bu durumu yıldızların sürekli ve mutlu beraberliğine denk olarak görür. Âli, Mahmut Paşa’yı tefsir-i şerif mütalaası yapabilecek âlim ve fâzıl bir kişi olarak görmektedir. Onun cömertliğinin eserlerinden belli olduğunu, şiirlerinin ise âb-ı hayat gibi olduğunu söylemektedir. Sehî Bey ise onun için şöyle demektedir: “İlimleri sırasıyla görmüş, faziletli, kâmil, şiir ve inşâda mâhir bir kimseydi. Şiirlerinde hususi manalar çoktur. Hoş tabiatlı, kudret sahibi kişiydi. Şiirleri güzel, gazelleri sanatlı, el değmemiş sözleri çok ve özel manalarına nihayet yoktur. Bunun elde ettiği itibar ve şöhrete, buna gösterilen ilgi ve değere bunda olan fikir ve anlayış, ileri görüşlülük, tedbir ve fetanete Osmanlılarda hiçbir vezir müyesser olmadı. Hüner sahibi ve hünerlileri koruyan bir vezirdi. Eserlerinden gücü bellidir.” Mahmut Paşa, vezirliği döneminde Fatih’in etrafındaki edebî çevrede daima bulunmuştur.
Nişânî,Fâtih Sultan Mehmet Han’ın son vezirlerinden olup ilim ve devlet adamı olan Vezîr-i azâm Karamanî Mehmet Paşa’nın şiirdeki mahlasıdır. Tahsiline Konya’da başladı ve Musannifek ile Alâeddin Ali etTûsî’den ders alarak öğrenimini tamamladı. Ardından Konya’dan ayrılıp Osmanlı’ya gitti. İstanbul’un fethinden sonra Mahmut Paşa’nın vezîriâzamlığı sırasında (859/1455) onun himayesine girdi. Mahmut Paşa’nın tavsiyesiyle Fatih Sultan Mehmet’e nişancı olunca o devirde Nişancı Paşa diye anılmıştır. Nişancı olmasından dolayı şiirlerinde Nişânî mahlasını kullanmıştır.
Fatih Sultan Mehmet’in ünlü kanunnamesinin hazırlanmasında ve dönemin iktisadi ve bürokratik yapılanmasında büyük katkıları olmuştur. Karamanî Mehmet Paşa, medreseden yetişmiş bir bürokrat, kumandan ve idarecidir. Osmanlı Devleti’nin gelirlerini arttırmak ve asker ihtiyacını karşılamak için çeşitli tedbirler almış ve aldığı bu tedbirler yüzünden dönemin birçok kişisinin tepkisini çekmiştir.
Fatih’in 1481’de Gebze Çayırı’nda vefat etmesi üzerine onun ölümünü askerden ve halktan gizleyen Mehmet Paşa, yeniçerilerin İstanbul’a geçmesini de yasaklayınca bir grup yeniçeri, subaşı ile birlikte Mehmet Paşa’nın divanhanesini basarak onu öldürdüler. Kabri İstanbul’da Nişancı mahallesindeki caminin kıble tarafında yer alan türbededir.
Karamanî Mehmet Paşa çevresindekileri belli bir kültür seviyesine ulaşmaları için teşvik etmiş, yetişmelerini sağlamıştır. 12 Karamânî Mehmet Paşa hem tarihçiliği hem de Osmanlı inşâ sanatında verdiği inşa örnekleriyle tanınmıştır. Daha nişancı iken Uzun Hasan’a yazdığı mektuptan dolayı Fâtih’in teveccühünü kazanmıştır. Onun değişik mektupları münşeat mecmualarında örnek olarak verilmektedir. Türkçe, Arapça ve Farsça şiirler yazmıştır. Şiirlerine değişik tezkire ve mecmualarda rastlanmaktadır. Karamanî Mehmet Paşa’nın Fatih’in yanında bulunarak onunla edebî ve ilmî sohbetler yaptığı da bilinmektedir.
Ahmet Paşa,padişahın hocası ve musahibi olup II. Murat devri kazaskerlerinden Veliyyüddin bin İlyas’ın oğludur. Doğduğu yer Edirne olmasına rağmen, ömrünün çoğunu Bursa’da geçirdiği için Bursalı diye tanınmıştır.
İlk tahsilini Edirne’de tamamlamıştır. Fatih Sultan Mehmet’in tahta geçmesinden sonra kısa sürede yükselerek önce kazasker daha sonra da padişaha musahib ve hoca oldu. Bunda şiirlerinde padişahı methederek ondan gördüğü ilginin payı olduğu kadar bilhassa bir devlet adamı sıfatıyla gösterdiği başarıların da rolü vardır. Böylece payelerin en yükseğine ulaşarak vezirlik rütbesini elde etti. Ahmet Paşa, İstanbul kuşatmasında padişahın daima yanında bulunmuştur. İstanbul’un fethinden sonra padişahın yanında büyük bir mevkii ve nüfuz sahibi olur. Ahmet Paşa, Fatih’e devrinin birçok şairini tanıtmış, hatta onlara muayyen bir tahsisat bağlanmasını temin etmişti.
Sarayda yaşadığı tatsız bir olaydan sonra önce Yedikule zindanlarına hapsedilir. Burada Fatih’e yazdığı “kerem” redifli kasidesi meşhurdur. Affedilerek Bursa’ya sürülür. Bir daha İstanbul’a dönemez. Klasik Türk şiirinin kurucularından olan Ahmet Paşa, II. Bayezid döneminde 902/1496’da Bursa’da vefat eder.
Melîhî, Fatih dönemi şairlerinden olup şairlerin en tatlısı olarak nitelendirilir. Melîhî, tahsil için gittiği İran’da Arapça ve Farsça ile belagat ilmini öğrenmiş, şiir ve edebiyat bilgisini geliştirmiştir.
İstanbul’un fethinden kısa bir süre sonra İstanbul’a gelen Melîhî, hayatında bir dönüm noktası teşkil eden Bursalı Ahmet Paşa ile tanıştı. Onunla yakınlığı vesilesiyle Fâtih Sultan Mehmet’in huzuruna çıktı ve onun musahibleri arasına girdi. Melîhî’nin bulunmadığı sohbetlerden, Fâtih’in zevk almadığı tezkirelerde kaydedilir. Sehî Bey, Melîhî’nin zahir ilimlerde gayreti ve çalışmasının çok fazla olduğunu, kendisinin beliğ ve fasih, şiirlerinin güzel ve tatlı, sözlerinin nazik ve şirin olduğunu söylemektedir. Melîhî’nin edebî kişiliğinden hemen bütün tezkirelerde övgüyle söz edilmiştir. Talebesi ve devrinin en önde gelen şairi olan Bursalı Ahmet Paşa ile boy ölçüşebilecek temiz bir dile ve sade bir üslûba sahip olan Melîhî, nüktedanlığı ve hazırcevaplığı ile de sohbetlerde aranan simalarından biri olmuştur. Ancak içkiye olan aşırı düşkünlüğü ve rindâne bir hayatı tercih etmesinden dolayı Melîhî bu güzel ortamı çabuk kaybetmiştir.
Cemâlî, Karamanlı olmakla birlikte bir süre Bursa’da bulunmuş, tahsil hayatını, Kütahya’da tamamlamıştır. 850/1446’da II. Murat’a sunmuş olduğu “Hümâ vü Hümâyun” adlı mesnevinin yazılış sebebinin anlatıldığı bölümde Çandarlı Halil Paşa’nın hizmetine girdiğini söyler. İstanbul’un fethinden üç yıl sonra yazılan 860/1456’da yazdığı dini-tasavvufi “Miftâhu’l-ferec” adlı mesnevisinde Fatih Sultan Mehmet için yazılmış medhiyyeler vardır. Divanında İstanbul’un fethine düştüğü tarihler bulunmaktadır. Yine eserlerinden anlaşılacağına göre Padişahın Arnavutluk seferine katılmıştır. Fatih devri sonlarında veya II. Bayezid dönemi başlarında vefat ettiği tahmin edilmektedir. Divanında Fatih hakkında sekiz kaside bulunmaktadır.
Aşkî, Fatih dönemi şair ve musahiplerindendir. Molla Aşkî’nin asıl adı Muhammed Abdurrezzâk’tır. Doğum tarihi kesin olarak bilinmeyen Aşkî, Sultan II. Murat ve II. Mehmet’e kaside sunmuş, Fatih’in tahta ilk çıktığı yıllardan (1444-11445) itibaren onun musahibi olmuştur. İlmiye sınıfına mensup bir şairdir. Sultan Mehmet zamanında çok rağbet görmüş, her zaman onun hizmetinde bulunmuştur. Bazı tezkireler ve Ayvansarayî, onun şiirlerinin sade ve sözlerinin vezinli olduğunu ancak şiirlerinin orjinal bir tarafının ve tadının bulunmadığını, yeteneksiz ve hünersiz olmasına rağmen padişahtan günlük yüz akçe ulufe aldığını söyleyerek tenkit ederler. Ahmet Atilla Şentürk-Nurcan Boşdurmaz hazırlamış oldukları “Molla Aşkî Divan” adlı eserinde onun sanatıyla ilgili şu tespitlerde bulunarak adeta itibarını iade ederler: “Fatih gibi sanat ve edebiyat zevki yüksek bir padişahın şehzadelik yıllarından itibaren himayesine girecek derecede başarılı şiirler yazan Aşkî’nin günümüzde yeterince tanınmamasının asıl sebebi Ahmet Paşa ve Necati gibi çığır açan şairlerin gölgesinde kalmış olmasıdır. Osmanlı şiir sanatının kuruluş sonrası gelişme dönemi şairlerinden sayılabilecek Molla Aşkî’nin Necati gibi İran şiirinin kalıplarını aştığı söylenemez. Fakat onun eserleri şiir sanatının 15. yüzyıldaki seyrini takip için önemli bir belge niteliğindedir. Sultan II. Murat ve II. Mehmet’e sunduğu gazel ve kasideleri arasındaki uslup farkı dahi şairin iç ve dış dünyasındaki seyir ve gelişmeleri gözlemle açısından ayrıca dikkat çekicidir.”
Necâtî Bey, Klasik Türk edebiyatının Şeyhî ve Ahmet Paşa ile kurucu şairlerinden kabul edilir. Necati Bey’in, Fatih Sultan Mehmet’in ilk saltanat yıllarında (1444-1446) Edirne’de doğduğu kabul edilmektedir. Kastamonu’da eğitim görmüştür. Şiirleri Ahmet Paşa’nın şuara meclisine kadar ulaşıp Kastamonu’da şöhreti yayıldıktan sonra, kalkıp İstanbul’a gelerek şairlikteki kudretini Fatih Sultan Mehmet’e de duyurmak ister. Âşık Çelebi, Necati Bey’in büluğa erdikten sonra, ilim tahsil etmekten vazgeçip Sultan Mehmet’in son dönemlerinde bir gün
Eser itmez n’idelüm âh-ı sehergâh sana
Meğer insâf vire sevdügüm Allah sana
matla’lı gazelini Sultan’ın nedimlerinden Georgios Amirutzes’in külahına sokar. Amirutzes ile satranç oynarken külahındaki kağıt, Padişah’ın dikkatini çeker. Kağıdı alıp Necati’nin gazelini okur, beğenir. Onyedi akçe ulufe ile divan katibi yapar. Necati Bey, Fatih Sultan Mehmet’e kasideler sunarak (Divanında Fatih’e sunulan 3 adet kaside bulunmaktadır.) çok genç yaşına rağmen Padişah yanında şairler arasında önemli bir yer edinmiştir. Divan katipliği görevine Fatih vefat edene kadar devam eder.
Ulvî Şah Ali, Bursalı olup Sultan II. Murat döneminde şöhret kazanmış ve ihtiyarlığı zamanında Fatih Sultan Mehmet devrinde de yetişmiştir. Latifî, Kınalızâde ve Beyâni tezkirelerinde Sultan II. Mehmet’i medhedenlerden olduğunu özellikle belirtirler. İhtiyarlık döneminde şiirlerini talebesi Hayatî ile saraya gönderir idi. Padişah ile müşterek gazelleri bulunmaktadır.
Şehdî,Fatih Sultan Mehmet dönemi şairlerinden olup muhtemelen Amasya doğumludur. Güzel söz söyleyen beliğ, nazik tabiatlı bir kimse olduğu için döneminde çok rağbet görmüştür. Fatih Sultan Mehmet’in iltifatını kazanmıştır. Sultan, ondan Osmanlı Devlet Tarihini (Tevârih-i Âl-i Osman), Tuslu Firdevsî’nin Şehnamesine benzeterek nazmetmesini istemiştir. Bunun üzerine Şehdî, Osmanlı Şehnâmesini Farsça nazmetmeye başlamış, ancak on bin beyitden fazlasını söylemişken eserini tamamlamaya ömrü yetmemiştir.
Mehdî,Bursalı olup Fatih’in musahiplerinden ve makbul tuttuğu şairlerden idi. Neşeli, güleryüzlü ve irticalen şiir söyleme kabiliyetine sahip olan Mehdî’nin Farsçası mükemmel idi. Gelibolulu Âli, Mehdî’nin Fatih’in iltifatına nail olduğu için şair sayıldığını, şiirlerinde mana aramanın beyhude olduğunu ve onun şiir söylemesinin boşuna olduğunu söyler. Mehdî’nin Fatih Sultan Mehmet’e yazmış olduğu ve “Câmiü’n-nezâir”de bulunan onüç beyitlik kerem redifli kasidesi de bulunmaktadır.
Nahîfî Şemseddin Kimdir?
Nahîfî Şemseddin, Aydın vilayetinden olup önce Anadolu’da daha sonra Acem diyarına giderek orada özellikle meânî, beyân ilimlerinin yanında mûsikî ilmi de tahsil etmiştir. Mûsikî ilmindeki ustalığından dolayı “Gûyende Usta Şems” diye tanınmıştır. Anadolu’ya döndükten sonra Fatih Sultan Mehmet’in yakın sohbetlerine dahil oldu. Bu yakınlığın neticesi olarak, Acem diyarından gelen sazende Abdülkadir Gülâbî onun huzuruna kabul edilmiştir. Bir gün padişahın huzurundaki bir küstahlığından dolayı cezalandırılarak Bursa’ya sürgüne gönderilmiş, orada 900/1494 yılının başlarında vefat etmiştir.
Molla Fenarizâde Ali Çelebi,Aslen Bursalı olupAcem diyarında ilim tahsil ettikten sonra Osmanlı’ya dönmüştür hikmet sahibi bir kimsedir. Anadolu ve Rumeli kazıaskerlikleri görevinde bulundu, Fatih Sultan Mehmet’e musahip oldu. Padişahla sohbetlerinde Acem ülkesinin bilginleri ve fazıllarının sözlerini nakleder, bazen Firdevsî’den bazen Şehname’den bazen de mûteber divanlardan parça parça beyitler okurdu. Acem edebiyatına hakkıyla vakıf olduğu için, Padişahla konuşmaları da daima bu edebiyat üzerinde cereyan ederdi. Fatih Sultan Mehmet devrinde hiçbir kazaskere göstermediği yakınlığı Ali Çelebi’ye göstermiştir.
Zeynep Hanım,Tarihte divan şairi olarak bilinen ilk kadın şairimizdir. Arapça ve Farsça şiirleri bulunan Zeynep Hanım, (ö. 879/1474) şiirlerinde açık ve sade bir dili tercih etmiştir. Farsça ve Türkçe şiirlerinden oluşan bir divan tertip etmiş bu divanını da dönemin padişahı Fatih Sultan Mehmet’e sunmuştur. Zeynep Hanım’ın şiirlerini beğenen Fatih, ona ihsan ve caizelerde bulunmuş, hediyeler vermiştir.
Kâtibî, Molla Aşkî’nin talebelerinden olup Bursalıdır. Sultan Mehmet ile Sultan Bayezid dönemlerinde yaşamış olup 905/1499 senesinde İstanbul’da vefat etmiştir. Hüsn-i hatta çok başarılı olduğu için Kâtibî mahlasını almıştır. Aynı zamanda mûsikîde de son derece başarılı olup kendi şiirlerinin yanında başkalarının da şiirlerini bestelerdi. Fatih Sultan Mehmet dönemi ve sonraki dönemlerde saraydan ulufe alanlardan idi.
Kıvamî’nin hayatı hakkındaki bilgilerimiz sınırlıdır. Sultan II. Mehmet ve II. Bayezid dönemlerinde yaşamış, Fatih’in sarayında onun musahibi olarak bulunmuş ve onunla çeşitli seferlere iştirak etmiştir. Ancak diğer musahibler gibi Sultan’ın mükafatlarına yeteri kadar nail olamamış, bu yüzden geçim sıkıntısı çekmiştir. Fatih Sultan Mehmet’in ölümünden sonra bu halini II. Bayezid’e arz etmiş, II. Bayezid’in Fatih Sultan Mehmet için bir fetihnâme yazmasını istemiştir. Bunun üzerine Kıvâmî, Fetihnâme-i Sultan Mehmet’i 3 Recep 893 / 13 Haziran 1488’de yazarak II. Bayezid’den istediği ihsanı elde etmiştir.
Georgios Amirutzes, XV. yüzyıl başında Trabzon’da doğmuş, filoloji, teoloji, felsefe ve coğrafya alanlarında devrinde önemli bilim adamıdır. Fatih Sultan Mehmet’in 1461’de Trabzon-Rum imparatorluğunu ortadan kaldırmasıyla Amirutzes ve ailesini, teyzesinin oğlu olan Sadrazam Mahmut Paşa’nın tavassutuyla himayesine aldı. Padişahın en has nedimlerinden birisi olan Amirutzes, döneminde kabiliyetli gördüğü gençleri de Sultan II. Mehmet’e takdim ediyordu. Onun ilim ve şiir meclislerine katılıyordu. Fatih’e üç adet Rumca medhiye yazmıştır. Amirutzes 1475 yılında vefat etmiştir.
Hâmidî,843/1439’da İsfahan’da doğdu. 865/1461 yılı baharında Bursa’da Mahmut Paşa ile karşılaşmıştır. Mahmut Paşa vasıtasıyla Fâtih Sultan Mehmet’e ulaşabilen ve başlangıçta Fâtih’in yakınları arasına giren Hâmidî, Padişah için “câm-ı süfyan-gûy” adlı eserini yazar. Şiir meclislerine katılır, çeşitli vesilelerle kasideler sunar. Bir keresinde Padişah’tan aldığı ihsanlar için ileri geri söz edince Padişah kızar. Bursa’ya gönderir. Hâmidî bir daha geri dönemez, Bursa’da vefat eder.
Tokatlı Leâlî, Acem ülkesine giderek ilim tahsil etmiştir. Osmanlı’ya Acemleşmiş ve kalender bir şekilde döndü. Önce Ahmet Paşa’nın sohbetlerine katılarak onun musahibi oldu. Acem ülkesinden MollaCâmî’nin selamlarını ve bazı Acem erenlerinin haberlerini getirdi. Başta Sultan Mehmet olmak üzere birçok devlet ileri geleninden ilgi ve iltifat gördü, onların sohbetlerine iştirak etti. İstanbul Yedikule civarındaki Kılıç Baba tekkesi adıyla meşhur olan kiliseyi, tekke haline getirerek Leâlî’ye verdiler. Böylece Sultan Mehmet’in ihsanları ile iltifat ve rağbet bularak zengin oldu. Bir müddet sonra Tokatlı Leâlî’nin Osmanlı olduğu, kendini Acem gibi gösterdiği anlaşılınca başta kendisine verilen tekke olmak üzere elindekiler alınarak fakir düşmüş, Padişahın sohbetlerinden de uzaklaştırılmıştır.
Hızır Bey, Eskişehir’in Sivrihisar kasabasında 810/1407’de doğdu. Hızır Bey asıl şöhretini Fatih döneminde kazanmıştır. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethinden sonra onu Osmanlı Devleti’nin yeni başkenti olan İstanbul kadılığına tayin eder. Hızır Bey İstanbul kadısı iken 864/1460’da vefat etmiştir. Devrinin önemli alimlerinden olan Hızır Bey’in Fatih’in yanında ayrı bir mevkii bulunmakta idi. Hızır Bey’in Türkçe, Arapça ve Farsça şiir yazmaya malik olup, gazellerinin güzel, nazmı akıcı, üslûbunun nefis olduğunu Sehî Bey Tezkiresi’nde kaydeder. Şiirde Hızrî mahlasını kullanmıştır. Fatih’in başlattığı bir müşaarede Fatih’den sonra ikinci mısraı Hızır Bey yazmıştır.
Vefâyî,Molla Fenari’nin kızkardeşinin oğludur. Cezerîzâde diye tanınan Vefâyî’nin asıl adı Mahmut’tur. Fatih Sultan Mehmet, Cezerîzâde Mahmut Vefâyî’yi tanıyınca, onun özelliklerini, bilgisini ve inşâdaki kudretini öğrenince kendisine nişancı vazifesini verdi ve hiçbir nişancıya göstermediği rağbeti ona gösterip birçok ihsanda bulundu. Vefâyî, Fatih’in yanında her zaman yer bulmuş, izzet ve ikram görmüştür. Kendisi hoş tabiatlı, fasih ve beliğ, padişah ile sohbet etmiş bir kimse idi. Arapça Farsça ve Türkçe şiirleri bulunmaktadır.
Huffî,Edirneli olup ümmî şairlerdendir. Okur yazar olmadığı halde şiire düşkünlüğünün şöhreti Fatih Sultan Mehmet’in dikkatini çekince onu huzuruna çağırarak dikkatlice dinlemiş, Huffî’ye izzet ve ikramdabulunmuştur. Hasib, Huffî’nin, Sultan Mehmet huzurunda onu öven kasideler ve gazeller okuduğunu padişahdan tahsinler aldığını yazar.
Hüdâyî Dede, 793/1390 yıllarında Muğla’da doğdu. İstanbul’a gittiğinde, Mahmut Paşa, Hüdâyi Salih Dede’yi Fatih Sultan Mehmet’e takdim etti. Fatih Sultan Mehmet, Hüdayi’ye, izzet ve ikramda bulunmuş, kendisinin herhangi bir arzusunun olup olmadığını sormuş, Hüdayi de Muğla’da Seyyid Kemaleddin Hazretleri’nin medfun olduğu Türbe-i Şerif’in kendilerine Mevlevi zaviyesi olarak ihsan olunmasını taleb etmiş, bu arzusu da kabul edilmiştir. Bunun üzerine Muğla Mevlevihanesi’ni kuran Hüdâyi Salih Dede ömrünün kalan kısmını bu zaviyede Mesnevi okutarak ve risaleler yazarak geçirmiş, 885/1480’de vefat etmiştir.
‘Ulvî,Bursalı olan Ulvî Şah Ali, Sultan II. Murat döneminde şöhret kazanmış ve ihtiyarlığı zamanında Fatih Sultan Mehmet devrine yetişmiştir. Latifî, Kınalızâde ve Beyâni45 tezkirelerinde Sultan II. Mehmet’i medhedenlerden olduğunu özellikle belirtirler. İhtiyarlık döneminde şiirlerini talebesi Hayatî ile saraya gönderir idi.
Karamanlı Nizâmî, Karamanoğulları Beyliği sınırları içerisinde kalmış ve orada yetişmiştir. Karaman Beyliği’nin ortadan kalkmasının ardından Sadrazam Mahmut Paşa ile tanışan Nizâmî, Paşa’nın Fâtih Sultan Mehmet’e kendisinden övgü ile söz etmesi ve Fâtih’in de âlim ve sanatkârları İstanbul’da toplamak düşüncesi sebebiyle İstanbul’a davet edilir. İstanbul’a gitmek üzere yola çıkan şair yolculuk esnasında vefat eder. Ölüm tarihi, 874- 878/1469-1473 yılları arasında olduğunu tahmin edilmektedir. Divanında Fatih için yazılmış kaside bulunmaktadır.
Kabûlî,aslen İranlı olup 841/437’de doğdu. Anadolu’da önce Amasya’da Şehzade Bayezid’e uğradı. Daha sonra İstanbul’a gelerek Fatih’e kasideler sunmuş, onun takdirini kazanarak maiyet erkânı arasına dahil olmuştur. Padişahla seferlere iştirak etmiş, şiir ve eğlence meclislerine katılmış, bütün bu iç ve dış alemlerini kaside, gazel, tarih, tasvir ve tavsifleriyle tespit etmiştir. Ancak kendisini çekemeyenlerin yüzünden altı yedi yıl içerisinde padişahın çevresinden uzaklaştırılmıştır. Bunun sebebi muhtemelen geçimsiz bir tabiata sahip olmasıdır. Divanını 880/1475 yılında Fâtih Sultan Mehmet’e takdim etmiş, 883/1478’de vefat etmiştir.
Kâşifî hakkında tezkirelerde bilgi bulunmamaktadır. Ancak onun arkadaşı olan İranlı Kabûlî’nin divanından öğrenildiğine göre, Kâşifî, Şirvan şahının sarayında Kabûlî ile beraber bulunmuş, sonra Bakü ve Halep’te kalmıştır. Kabûlî’ye göre Kâşifî, buralarda başarı sağlayamamış ve Osmanlı ülkesine gelmiştir. Haluk İpekten, Kâşifî’yi Fatih Sultan Mehmet’in himayesindeki şairler içerisinde değerlendirir. Kâşifî’nin 1456 yılı civarında Fatih Sultan Mehmet’in gazalarını öven Farsça , Gazânâme-i Rûm adlı bir eser yazmıştır.
Yukarda ismi geçen şairlerin dışında yine İran’dan gelen Vâhidî ve Sâhilî başta olmak üzere tezkirelerde isimlerine rastlanılmayan birçok şairin Fatih Sultan Mehmet’in şairler meclisinde yer bulduğunu söylemek gerekir. Ayrıca ilk mısraını Fatih’in yazdığı müşaareyi tamamlayan ismi geçip ancak kaynaklarda onlarla ilgili herhangi bir bilgiye rastlayamadığımız şairler de bulunmaktadır. Bunlar; Dâvud-ı gûyende, Bâlî Paşa, Hâcı Hasanoğlı, Kâdî Ayâzmendî, Sâbirî, Sâbirî ‘İsâ, Kâdîzâde-i Serez, Sâhibî, Tâlibî, Hayrân-ı Mudhik, Ayâzmendî-i Mudhik’tir.
Sonuç olarak Fatih Sultan Mehmet’in etrafında sadece devlet ve ilim adamları değil aynı zamanda şairler de bulunmakta idi. Bunlardan bazıları her iki sıfatı bazıları da her üç sıfatı üzerlerinde taşımakta idiler.