Karai Mezhebi ve Karay Türkleri

VIII. yüzyılda Anan b. Davud tarafından kurulan Karai mezhebi, Orta Çağ’da büyük bir coğrafya da hüküm süren Hazar İmparatorluğu egemenliğinde en parlak dönemini yaşamıştır.  Öyle ki Talmudist İbranilerin karşısında olan Karailer, Hahamların ortaya koyduğu öğretileri reddederek, sadece Tora (Tevrat) öğretilerini kabul ediyorlardı. Böyle bir düşünceyle Hazar Devletinin en yüksek mevkilerine kadar gelen Karailer, Hazar-Türk toplumunu da dini yaşayışını derinden etkilemiştir. Böylece İbrani dininin bir mezhebi olarak bulunan “Karailik” Hazar toplumunda ki tekâmülünden sonra, bugün “Karay Türkleri” olarak tanımlanan büyük bir çoğunlukla Kıpçak Türkçesi konuşan Türk topluluğunu Hazar Devletinin varisi olarak bırakmıştır. Hala mevcudiyetlerini sürdüren Karailer, İsrail başta olmak üzere Türkiye, Polonya, Litvanya ve Dünyanın çeşitli ülkelerinde varlıklarını sürdürmektedir.

Yahudilik

Kelime anlamıyla Yahudilik, Hz. Yakub’un (İsrail) oğlu “Yehuda” geldiği ifade edilmektedir. Bugün ise kullanılan “Yahudilik” sözü, Hz. Musa’nın şeriatine intisap etmiş olan İsrailoğullarının dininin adı olarak ifade edilmektedir.

Yahudilik ortaya çıkış itibariyle tüm insanlık âlemine gönderilmişti. Öyle ki hangi millete mensubiyeti olursa olsun, Yahudi dinine girebiliyordu. [1] Bugün de incelendiğinde antropolojiye göre Yahudi ırkı diye bir ırk yoktur. Dünyanın pek çok yerinde yaşayan Yahudilere baktığınızda yapıları, kiloları, ciltlerinin rengi, sefalik ve yüz endeksleri ayrıca kan grupları birbirleriyle hiç tutarlı değildir. Nitekim Şalom Gazetesinin internet sitesinde çıkan bir makale de ifade edildiği üzere Seferad Yahudileri uzun kafalı olurken, Aşkenazlar ise geniş kafalı olarak ortaya koyulmaktadır. [2] Dr. Ahmet Susa’nın aktardığına göre: “Antropolog Lambouseau’ya göre, bugünkü Yahudiler, Sami ırkından çok Ari ırkına yakın, sosyo-ekonomik özellikleri olan bir dini cemaattir.” [3]

Bu tartışmalar elbette ki sadece bugün ortaya atılmış “üstün ırk” teorisinden çıkmamaktadır. Zira M.Ö. II. yüzyılda kurulan “Peruşîm” mezhebinin “İsrail Oğullarının diğer insanlara karşı daha üstün olduğu” düşüncesi [4] bizi doğrulamaktadır. Peruşîm kelimesi İbranice P-RŞ kökünden yani ayrı olmak, ayrılanlar anlamına gelmektedir. Bu mezhep yazılı Tevrat’ın yanı sıra Sözlü Tevrat’ı da kabul ediyorlardı. [5]

Peruşîm mezhebinin Tevrat’ı sözlü olarak tefsir niteliğinde ve tartışmalı olan bu konu üzerine M.S. II. yüzyılda Yehuda ha-Nassi isimli bir haham, nesilden nesile aktarılan bu sözlü rivayetleri “Mişna” adı altında metin meydana geldi. Nassi’nin ölümünden sonra Mişna’ya da tefsir yazılarak “Gemara” adında yeni bir tefsir kitabı meydana getirdiler. Mişna ve Gemara’nın birleşmesiyle “Talmud” adı verilen kitap ortaya çıkmıştır. Talmud’u meydana getiren Peruşîm mezhebi mensupları M.S. VIII. Yüzyılda Karailiğin güçlenmesiyle yeniden organize olduktan sonra, kendilerine Türkçesi “Tanrı yolunun kardeşleri” anlamına gelen “ Rabbâniler ” veya “ Rabbiler ” ismini vermişlerdir. Elbette Mişna, Gemara ve Talmud’u ortaya çıkarmalarından sonra karşı olarak fikirler ve tartışmalar başlamış, Talmutistlere karşı Sadukîm mezhebi ortaya çıkmış fakat M.S. I. Yüzyılda Rabbilerin Yahudi yönetimine egemen olmasından sonra tesiri ortadan kalmıştır.

Karai Mezhebinin Ortaya Çıkışı

Mezhebin İbranice ismi olan “Karai” kara kökünden türediği için “okumak” anlamı çıkartılmaktadır. Ayrıca kelimenin kökünde “davet etmek” anlamının da bulunduğu ve Kara’îm isminin “davet ediciler” anlamına geldiği de ileri sürülmektedir. [6] Arapça da okumak anlamında “kıraat” ile aynı manada ifade edilir. Elbette bu durum Arapça ve İbranicede ki müşterek kelimeler olmasından kaynaklıdır. Karaim ismi Arapça’da “Karrâî, Karrâ’ûn”, Kuman- Kıpçak Türkçesi’nde “Karay”, Batı dillerinde “Karaite, Caraime” olarak ifade edilmektedir. [7] M.S. VIII yüzyılın ikinci yarısında Abbâsî yönetimindeki Bağdat’ta yaşayan Yahudi toplumunun [8] lideri konumunda İshak Harkavi’nin ölümü üzere Talmud Akademisinin (Genonim) önde gelenleri liderlik için yaşça büyük ve daha ilim sahibi olmasına rağmen yeğeni Anan ben David’i, değil Anan’ın kardeşi Hananiah’ı cemaatin liderliğine seçmişlerdir. [9] Rabbanî kaynaklarının çoğu Anan’ın kurduğu bu mezhebin kurulmasını iç çekişmelere ve hissi sebeplerle kurmuş olduğunu ileri sürmektedirler. [10] Öyle ki Anan ben David, Peruşî düşünceye göre yetişmiş olduğunu ifade etmekte fayda vardır. [11]

Peruşi (Sonra ki Rabbanilik) kaynaklarına göre; Anan bu seçimi kabul etmemiş kendi liderliğini ilan etmiş, konuya itiraz etmiştir. Genonim üyeleri durumu Abbasi Halifesi Mansur’a iletmişlerdir. Bunun üzerine Halife Mansur devlet içerisindeki düzen ve asayiş bozulması üzerine tutuklanmış ve idam cezasına çaptırılmıştır. İdam edilmek üzerine hapse atılan Anan, hapiste İmâm-ı Azam Ebû Hanife ile karşılaştı. Ebû Hanife ona halifenin huzuruna çıkmasını ve “kendisinin diğer Yahudilerden farklı bir yolda olduğunu [12] ve Rabbilerin ortaya attıkları Talmud safsatalarından temizlemeye çalıştığını, Musa şeriatı aleyhinde herhangi bir söz sarfetmediğini, [13] Peruşî Yahudilerinin dininden tamamen farklıdır. Taraftarlarım benimle beraber aynı fikirdedir [14] ” demesini öğütledi. Şaban Kuzgun hocanın aktardığı Karaî kaynaklarına göre: Bizanslı Karaî bilgini Eliyahu ben Abraham, Hiluk ha Karaim ve ha Rabbanim isimli eserinde bu kaynakların verdiği bilginin tersini söylemekte ve Anan ben David’in, Bağdat’ta Peruşilerin de katılmış olduğu bir seçim ile akademi başkanlığına seçildiğini söylemektedir. Seçimin ardından Şifahi Tora (Talmud) aleyhinde vaazlar vermeye başlamış ve Yazılı Tora’yı (Tevrat) eski itibarına ulaştırmaya çalışmıştır. Bunun üzerine Peruşiler Halife Mansur’a kanunlara karşı geliyor gerekçesiyle şikâyet etmişlerdir. [15] Anan’da Halife’den izin alarak Bağdat’ta kalmaması şartıyla serbest bıraktı. Bundan sonra Kudüs’e yerleşen Anan ilk Kenesa’yı kurmuştur. Netice itibariyle Anan bin David, Peruşî öğretine [16] karşı sözlü Tora yani Mişna, Gemara ve Talmud’a karşı reddiyeler üzerine yeni bir mezhep kurmuştur.

Karai Mezhebinin Yayılması

Kurucusun isminden dolayı ilk zamanlarda “Anânîye” olarak ortaya çıktıysa da sonrasına “Karai” ismini almıştır. [17] Karai kelimesinin ilk olarak kaynaklarda Anan ben David’in halefi Bünyamin en-Nihânvendî tarafından kullanılmıştır. [18] Anan, bazı taraflarıyla ile beraber Kudüs’e giderken, taraftarlarından geriye kalanlar da Mısır, Suriye, Anadolu, İran, Ermenistan, Kafkasya gibi bölgelere dağılarak mezheplerini yaymak üzere propaganda faaliyetlerine başlamışlardı. Elbette bu göçler dini, ekonomik ve siyasi baskılardan ötürü olduğu açıktır. [19]

Meydana gelen bu göçler Hazar Devletinin Yahudiliği kabul ettiği tarihlere rastlamaktadır. Dunlop’un aktardığına göre Firkoviç’in iddası şu şekildedir: Karailer, İsa’dan önce Filistin’i terk ederek Hazarların gelişinden önce Kırım’a yerleşmişlerdi. Bu düşünce inandırıcı bulunmadığı için reddedilmiştir. [20] Mesudî ise Hazarların, Halife Harun Reşid zamanında Yahudiliği kabul ettiğini aktarmaktadır. [21] Şunu net olarak söyleye biliriz ki Hazar ülkesini çevreleyen İran, Ermenistan ve Kafkasya gibi yerlerde bulunan Yahudilerin, Talmud’a muhalif olması, Hazarların Yahudi dinini benimserken çevre ülkelerdeki yoğun propaganda faaliyetlerden etkilenerek Karai Yahudiliğine girdikleri fikrini güçlendirmektedir.

Karailik XI. Yüzyıla kadar yayılmaya devam etti. Suriye’deki Karailer’in bir kısmı X. yüzyıldan itibaren Bizans topraklarına göçtü. 1099 yılında Haçlılar Kudüs’ü işgal ettiklerinde Yahudilere büyük zulüm uyguladılar. Bundan dolayı Yahudilerin ve dahi Karaî Mezhebi mensupları da Mısır’a ve Kuzey Afrika’nın diğer bölgelerine göç ettiler. XI. yüzyılda Karailiği benimseyen bir Yahudinin çalışmalarıyla Karailik İspanya’da yayıldı. Fakat XII. yüzyılda İspanyolların baskılarıyla Karailer İspanya’yı terk ettiler. [22] Karailerin göçten sonra gittikleri yerlerde hatırı sayılır büyüklükte toplumlar oluşturduklarını ve buralarda çeşitli faaliyetler gösterdiklerini bilinmektedir. [23]

Karailer tarihi açıdan; Kudüs, Filistin, Mısır, Suriye, Kuzey Afrika, İspanya, Anadolu, İran, Ermenistan, Kafkasya, Kırım ve Güney Rusya’ya yayılmışlardır.

Karâî Mezhebinin İnanç Esasları

Karailik, Yahudiliğin yeğane kaynağı olarak Tanah’ı kabul etmiş, Rabbilerin Yahudiliği sözlü Tevrat şeklinde nitelendirdiği Mişna ve Talmud literatürüne karşı çıkmışlardır. [24] Karailer Talmud metinlerini didik didik etmeye, uygulamak ve reddetmek için bilimsel tenkide tabi tutmaya başladılar. Talmudun içinden çıkılmaz kısımlarını İncil ve Kur’an gibi semavi din kitaplarına müracaat ederek açıklamaya çalıştırlar. Mezhebin Kurucusu Anan ben David, “kulun yaptığı işlerden sorumlu olduğunu belirten mutezilenin görüşlerini paylaşıyorlardı.” Ayrıca Anan: “Meryem oğlu İsa, zındık değildi. Tevratı kötülemedi, yalanlamadı ve değiştirmedi.” Anan, “Hz. Muhammed içinse; Muhammed hak peygamberdir. O tıpkı İsa gibi Tevrat’ı yalanlamadı, hükümlerini değiştirmeyi düşünmedi” diyordu. [25] Rabbi Yahudiliğe karşı olan diğer mezhepler ise İseviyye ve Yudganiyye Karâîliğe sempatiyle bakmış sonraları aralarına karışmışlardır. [26]

Karaylar ise Tevrat’ı şeriatın tek kaynağı ve Hz. Musa’yı şeriat sahibi en büyük peygamber olarak kabul ederler. Hz. İsa ve Hz. Muhammed hakkındaki görüşleri Karâîlikle aynıdır. İbadetlerini sabah ve akşam olmak üzere diğer Karâîler gibi günde iki defa yapmaktadırlar.  Ancak duaları ve yapış biçimleri diğer Karailerden farklıdır. Çünkü ibadetlerinin büyük kısmını Karay Türkçesiyle yaparlar. [27] Kadınları ve Erkekleri ibadet yaparken başlarını örterler. Kenasaya girerken ayakkabıları çıkarırlar. İbadet yaparken kıbleye dönerler. Kıbleleri Sinagog ve Kilisedeki gibi doğuya değil Camilerdeki gibi Mekke’ye doğrudur. [28]

Karay Türkleri

Karailiğin Hazar ülkesinde yayılmasından sonra kendilerine bugün de var olan Karay Türkleri meydana gelmiştir. XV. yüzyıldan itibaren Karay Türklerinin dışındaki diğer Karaî cemaatleri gittikçe küçülmüştür. [29] Karayların Yahudiliği kabul edişleri IX. yüzyılı kadar dayandırılmaktadır. [30] Karaylar sadece Hazarlar olarak görülmemekte birlikte çok önceleri Ural bölgesine ulaşan Karaî misyonerleri, Kumanların bir kısmına Karaîliği kabul ettirmeyi başarmışlardı.

Hazar Karailiği ile Kuman Karailiği Hazar Devletinin yıkılmasından sonra aynı mezhepten olmasından dolayı kaynaşmışlardır. [31] Bu olay bize şunu açıkça gösteriyor ki Hazar Devletinde konuşulan dil ile bugün Karayların konuştuğu dil olmadığını biliyoruz. Bugün Karayların konuştukları dil Kıpçak Türkçesidir. Dolayısıyla Kumanların etkisiyle Hazar-Kuman Karaîliğinin diline Kıpçakca hâkim olmuştur. Antropolog Prof. Baschakoff ve C.Gini’nin araştırmalarına göre Kırım Karaîlerini yani Karayları oluşturan nüfus, Türk soyundan olan Hazar ve Kupan (Kıpçak) halklarının karışımından oluşmaktadır. [32]

Karay Türkleri Moğol istilası ve Altınordu Devletinin kurulması sebebiyle XII. yüzyıldan itibaren Kırım ve çevresinde toplanmaya başlamıştır. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethiyle Karailiğin merkezi İstanbul oldu.  İstanbul’da Karailer yoğun olarak Balat, Hasköy ve Galata bölgelerinde yaşamışlardır. Hatta İstanbul’da Karaköy semtinin ismini Karaylardan geldiği (Karay köy) rivayet edilmektedir. [33] Öyle ki Romanyot Karayları 1455 yılında matbaayı İstanbul’a getirmişlerdir. Osmanlı Devletinin iskân politikası neticesinde Edirne ve Provato’da bulunan Karaimler İstanbul’a yerleşmişlerdir. Bunlara “Edirne Qaalı” adlandırılmıştırlar. [34] Fetih sonrasında İstanbul’a gelen Karayların, daha ziyade Kırım ve Balkanlardan gelenlerdir. Kırım’dan gelen Karayların Türk Kökenliği olduğu açıktır. [35] Balkanlardan gelenler ise Romanyot, İbrani ve Rum kökenli olmalarına karşın Türk kökenli olanları da vardır.

Osmanlı Devletinde yaşayan Karailerin Yahudi Cemaatleriyle ilişkileri inişli çıkışlı olmuştur. Zira Devlet-i Aliye Karaileri farklı bir inanış olarak değil Yahudi dinin altında görmüştür. Öyle ki Rabbaniler ile aralarında pek çetin çatışmalar geçmiş, Karaililerin ortaya koydukları eserlerle Talmud’a karşı güçlü set koymuşlardır. Bununla beraber Rabbiler ise nitelikli okulları elinde bulundurmalarından ötürü Karailerin çocuklarını kimi zaman okullarına kabul etmiş kimi zaman da reddetmişlerdir. [36] Osmanlı Devleti ise İstanbul’un fetihle birlikte Yahudi inancının bu farklılıklarına hassasiyet göstermiş, Karailerin ,  Rabbilerden ayrı ibadethane yani Kenasa açmalarına müsaade etmişleridir.

İstanbul’da Karaylara ait XII-XV. Yüzyıllar arasında yedi adet Kenesa olduğu kaydedilmektedir. [37] XVII. Yüzyılda Osmanlı Karay cemaatinin merkezi İstanbul’dan Kırım’a geçmiştir. [38] Karay Türkleri bugün Kırım, Polonya, Litvanya, Ukrayna, İsrail ve Türkiye’de varlıklarını sürdürmektedirler.

Litvanya Karayları , Kırımdan göçenler Karailer İstanbul’a göçmelerine karşın, Kuman-Kıpçak Karailerin önce Macaristan sonrasında da Litvanya’ya yerleştiği bilinmektedir. Bugün Litvanya Karaylar Kuman-Kıpçak boylarından sonrasında da Kırım’dan gelen Karaylar oluşturmaktadır.  Bu yerleşimler 14. Yüzyılın sonlarına dayanmaktadır. Sonrasında Kırımdan gelen Karaylar ise 19 yüzyıla tekabül etmektedir. Sovyetler Döneminde 2000 civarında Karay’ın yaşadığı tahmin edilmektedir. [39] Ukrayna Karayları yoğun olarak Kırım Özerk Bölgesinin Çutufkale (Çiftkale), Mankupkale, Bahçesaray, Solhat, Kefe, Gözleve ve diğer bölgelerde yaşamaktadırlar. 1989 yılında 900 kadar Karay’ın yaşadığı tahmin edilmektedir. İsrail Karayları ise 1500 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Öyleki bugün İsrail’de Karaî mezhebine mensub 15.000 kişinin varlığı bilinmektedir.

[tline]

[1] Şaban Kuzgun, Türklerde Yahudilik ve Doğu Avrupa Yahudilerinin Menşei Meselesi Hazar ve Karay Türkleri , Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2015, s.189.

[2] Yusuf Basalel, “ Hazar Yahudileri – 2: Günümüz Yahudileri İle İlişkileri ” <http://www.salom.com.tr/haber-98287-hazar_yahudileri2___gunumuz__yahudileri__Ile_iliskileri.html>, (ET: 26.02.2016)

[3] Ahmet Susa, Tarihte Araplar ve Yahudiler İki İbrahim İki Musa İki Tevrat, çev. Ahsen Batur,  Selenge Yayınları,  İstanbul, 2015, s.440.

[4] Şaban Kuzgun , a.g.e ., s.193.

[5] Şaban Kuzgun , a.g.e ., s.193.

[6] Mustafa Sinanoğlu, “ Karâîlik ”, DİA, c.24, s.424, İstanbul,2001.

[7] Mustafa Sinanoğlu, a.g.m., s.424.

[8] Salime Leyla Gürkan, Yahudilik, İsam Yayınları, V. Baskı, Ankara, 2015, s.44.

[9] Mustafa Sinanoğlu, a.g.m., s.424.

[10] Şaban Kuzgun, a.g.e., s. 200.

[11] Nuh Arslantaş, İslam Dünyasında İktisadi ve İlmi Hayatta Yahudiler Abbasi ve Fatımiler Dönemi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul, 2009, s.502.

[12] Nuh Arslantaş, a.g.e., s. 502.

[13] Ahmet Susa, a.g.e., s. 227.

[14] Şaban Kuzgun, a.g.e., s. 201.

[15] Şaban Kuzgun, a.g.e., s. 204.

[16] Ahmet Susa, a.g.e., s. 226.

[17] Şaban Kuzgun, a.g.e., s. 195.

[18] Nuh Arslantaş, a.g.e., s. 503.

[19] Şaban Kuzgun, a.g.e., s. 211.

[20] D.M. Dunlop, Hazar Yahudi Tarihi, çev. Zahide Ay, Selenge Yayınları, İstanbul 2008, s.139-140.

[21] Mesudî, Murûc Ez-Zeheb, çev. Ahsen Batur, İstanbul 2014, s.136.

[22] Mustafa Sinanoğlu, a.g.m., s.425.

[23] Şaban Kuzgun, a.g.e., s. 212.

[24] Mustafa Sinanoğlu, a.g.m., s.425.

[25] Ahmet Susa, a.g.e., s. 226.

[26] Salime Leyla Gürkan, a.g.e. , s.44

[27] Şaban Kuzgun, a.g.e., s. 332.

[28] Sinan Anadol, Litvanya ve Kırım Karayları Musevi Türkler, Atlas Dergisi, 127, 2003, s.153.

[29] Şaban Kuzgun, a.g.e., s. 302.

[30] Salih Yılmaz, “ Karay Türklerinin İsrail’e Göç Serüveni: Sonun Başlangıcı”, Uluslararası Karay Çalışmaları Sempozyumu Bildirileri, 5-8 Nisan 2010, Bilecik Üniversitesi, Bilecik 2011, s.511.

[31] Şaban Kuzgun, a.g.e., s. 303.

[32] Bareonne L. De Wrangell, Kırım’ın Çehreleri , çev. Mesut Tufan, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2014, s.42.

[33] Ahmet Hikmet Eroğlu, Yahudiler (Osmanlı Devleti Dönemi), Doğu’dan Batı’ya Düşüncenin Serüveni Akli Düşünce ve Felsefenin Doğu’dan Doğuşu: Balil-Keldani-Çin-Hint-İran-İbrani Gelenekleri, İstanbul 2015, c.1, s.1021.

[34] Dan Shapira, “Osmanlı İmparatorluğunda Karay Mabaası”,çev. Onur Şar, Toplumsal Tarih Dergisi, 156, 2006, s.55.

[35] Şaban Kuzgun, a.g.e., s. 238.

[36] Ahmet Hikmet Eroğlu, a.g.m. , s.1023.

[37] Salih Yılmaz, a.g.m ., s.515.

[38] Dan Shapira, a.g.m ., s.58.

[39] Salih Yılmaz, “ a.g.m. ”, s.513.