COVID-19 VE MÜCBİR SEBEP İLİŞKİSİ
Çin’in Vuhan eyaletinde 2019 yılı sonlarında ortaya çıkan yeni tip koronavirüs ( “COVID-19” ) başta Çin’i etkisi altına almış, ilerleyen zamanda neredeyse tüm dünyayı sarmasıyla 11 Mart 2020 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi olarak ilan edilmiştir.
COVID-19’un yayılmasını önlemek amacıyla ülkemiz dâhil olmak üzere pek çok ülkede önlemler alınmış, yaşamı ve ticari hayatı durma noktasına getiren bu süreç hemen her sektörden küçük, orta veya büyük fark etmeksizin işletmeler ile tacirlerin faaliyetlerini olumsuz yönde etkilemiştir. Ülkelerin büyük ölçüde sınırlarını kapatması gibi uluslararası önlemlerin yanı sıra, ülkesel çapta ilan edilen sokağa çıkma yasakları, birçok işletmenin kapatılması veya çalışmalarının kısıtlanması gibi idari karar ve tedbirlerin şüphesiz ki ekonomik hayatta büyük yankıları olmuştur.
COVID-19 sebebiyle üreticilerin yurtdışından ithal ettikleri hammaddelere erişimleri zorlaşmış, okulların tatil edilmesi ve pek çok işyerinin uzaktan çalışmaya geçmesi veya kapanmasıyla ticari hayat yavaşlamış; dolayısıyla ticari sözleşmelerin ifa sürecinde sekteye uğraması kaçınılmaz olmuştur. Bu nedenlerle, ortaya çıkan bu durumun, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu ile 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu bakımından “ mücbir sebep” teşkil edip etmediği bu incelememizin konusunu oluşturmaktadır.
Mücbir sebebin tanımı kanunlarda açıkça yapılmamış olmakla birlikte; taraflardan bağımsız, tamamen dış etkiler sonucunda meydana gelen, öngörülmesi ve karşı koyulması mümkün olmayan sebepler olarak tanımlanabilir. [1] Mücbir sebeplerin borçlunun işletme faaliyetlerinin dışında gerçekleşmesi, haricilik unsuru olarak tanımlanır ve dolayısıyla mücbir sebep, gerçekleşmesinden borçlunun sorumlu tutulamayacağı olaylar olarak anlaşılmalıdır. [2] Bu bakımdan mücbir sebebin varlığı için öngörülemez bir olayın varlığı gerekir; eğer olay sözleşmenin kurulması esnasında öngörülebilir nitelikte ise, tarafların bu hususu dikkate alarak önceden önlemlerini almaları gerekir. Aksi halde meydana gelen sonuca kendileri katlanmak durumundadır. [3]
Mücbir sebep, esasen force majeure, kavram olarak Fransız Medeni Kanunu’na dayanmakta olup, Kıta Avrupası hukuk sisteminin bir ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle esasen Kıta Avrupası hukuk sisteminde gerçek anlamda bir yere sahip olsa da mücbir sebep kavramının Anglo-sakson hukuk sistemlerinde de başta ticari sözleşmeler olmak üzere geniş uygulama alanı bulduğu söylenebilir. [4] Başta Fransa, İsviçre ve Türk Hukuku olmak üzere Kıta Avrupası hukuk sisteminin bir parçası olan ülkelerde mücbir sebep, benzer durumları ifade etmektedir. [5]
Mücbir sebep 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda ( “TBK” ) açıkça düzenlenmediğinden mücbir sebebin esasları ve sınırları öğretideki değerlendirmeler ve içtihatlar ile belirlenmektedir.
Öğretide mücbir sebep sorumlu veya borçlunun faaliyet ve işletmesi dışında meydana gelen genel bir davranış normunun veya borcun ihlaline mutlak ve kaçınılmaz bir şekilde yol açan, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan olağanüstü bir olaydır. Deprem, sel, yangın, salgın hastalık gibi doğal afetler mücbir sebep sayılır. [6] Kanunda açıkça tanımı yapılmayan bu noktada içtihatlar da önem kazanmaktadır. Mücbir sebebin varlığının her bir somut olay bakımından, her sözleşme özelinde, sözleşmenin tarafları, edimlerin niteliği, ifa yeri, meydana gelen olayın niteliği ile etkileri gibi unsurlar ayrı ayrı değerlendirilerek mücbir sebep olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği kabul edilmektedir. [7]
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun bir kararında ise mücbir sebebi aşağıdaki gibi ele alınmıştır. [8]
“ Mücbir sebep, sorumlu veya borçlunun faaliyet ve işletmesi dışında meydana gelen, genel bir davranış normunun veya borcun ihlâline mutlak ve kaçınılmaz bir şekilde yol açan, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan olağanüstü bir olaydır (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2017, s. 582). Deprem, sel, yangın, salgın hastalık gibi doğal afetler mücbir sebep sayılır.
Yukarıdaki açıklamadan da anlaşılacağı gibi mücbir sebebin bir takım unsurları vardır. Öncelikle mücbir sebep, zorlayıcı bir olay dır. Bu olay doğal, sosyal veya hukuki bir olay olabileceği gibi insana bağlı beşeri bir olay da olabilir. Bu olay, zarar verenin faaliyet ve işletmesi dışında kalan bir olay olmalıdır. Mücbir sebep nedeniyle zarar veren, bir davranış normunu veya sözleşmeden doğan bir borcu ihlal etmiş olmalıdır. Yine mücbir sebep, davranış normunun ihlali ya da borca aykırılığın sebebi olmalı ve kaçınılmaz bir şekilde buna yol açmış olmalı dır. Kaçınılmazlık kavramı, mücbir sebep yönünden karşı konulmazlık ve önlenemezlik kavramını da kapsar. Mücbir sebebin bir diğer unsuru ise öngörülmezlik tir.”
Yargıtay kararlarına ve öğretideki değerlendirmelere göre mücbir sebebin unsurları;
Mücbir sebebin varlığı halinde sözleşmenin kurulduğu zamanda mevcut olan şartlarla sonradan ortaya çıkan şartlar artık birbirine uymaz. Diğer bir deyişle hal ve şartların sonradan önemli ölçüde değişmesi halinde edimler arasındaki denge ilişkisi ve uyum da çökmüş olur. [10] Bu durumda borçlunun edimini yerine getirmesi dürüstlük kuralına göre beklenemiyorsa, borçlunun mağdur olması söz konusu olur. Türk hukukunda ise borçlunun bu mağduriyeti “aşırı ifa güçlüğü” olarak adlandırılır ve TBK 138 kapsamında değerlendirilir. [11] TBK md. 138 uyarınca;
“Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.”
İlgili maddede sözleşmenin koşullarının değişmesi halinde taraflara tanınan hakkın nasıl kullanılacağı açıkça belirtilmemiştir. Ancak öğretide egemen görüş konunun hâkim önüne getirileceği yönündedir. Diğer bir deyişle Türk Borçlar Kanunu’nun 138’inci maddesinde anılan kanunî şartları haiz aşırı ifa güçlüğü halinde, sözleşme içi dengenin korunması amacıyla güç durumda kalan taraf lehine mahkemeye başvurmak suretiyle sözleşmenin uyarlanması talep edilebilir. [12] Türk hukukunda doktrinde genel kabul gören görüşe göre ise, öncelikle sözleşmenin değişen şartlara uyarlanması tercih edilmelidir. Eğer sözleşmenin değişen şartlara uyarlanması mümkün değilse sözleşmenin sona erdirilmesi gerekmektedir. [13] Sözleşmenin sona ermesi ani edimli sözleşmelerde sözleşmeden dönme, sürekli edimli sözleşmelerde ise fesih olarak karşımıza çıkar. [14]
Şartların sözleşme yapıldıktan sonra beklenmedik bir şekilde değişmesi, tek başına sözleşmenin bu şartlara uyarlanmasını gerektirmez. Bunun için ayrıca sözleşmenin ifa edilememesi veya ifasında aşırı bir güçlüğün ortaya çıkması ve bundan dolayı sözleşmeye aykırılığın ortaya çıkması gereklidir. [15]
Uyarlama davaları bakımından büyük emsal teşkil eden Japon para biriminin Türk Lirası karşısında aşırı değer kazanması neticesinde Banka’ya karşı açılan uyarlama davasının sonucunda, dava konusu olayda uyarlama koşullarının bulunmadığından hareketle yerel mahkemenin kararı Yargıtay tarafından banka lehine bozulmuştur. [16] Dolayısıyla Türk Mahkemeleri tarafından uyarlama davalarına karşı son derece katı bir tutum sergilemekte olduğu ve uyarlamaya karar verilebilmesi için etraflıca birçok kıstasın varlığının arandığı kanaatindeyiz.
TBK md. 136’ya göre;
“Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa, borç sona erer. Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde imkânsızlık sebebiyle borçtan kurtulan borçlu, karşı taraftan almış olduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca geri vermekle yükümlü olup, henüz kendisine ifa edilmemiş olan edimi isteme hakkını kaybeder. Kanun veya sözleşmeyle borcun ifasından önce doğan hasarın alacaklıya yükletilmiş olduğu durumlar, bu hükmün dışındadır. Borçlu ifanın imkânsızlaştığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararın artmaması için gerekli önlemleri almazsa, bundan doğan zararları gidermekle yükümlüdür.”
Buna göre mücbir sebebin vuku bulması halinde edimi ifa yükümlülüğü kendiliğinde sona erecektir.
TBK md. 137’ye göre,
“Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle kısmen imkânsızlaşırsa borçlu, borcunun sadece imkânsızlaşan kısmından kurtulur. Ancak, bu kısmi ifa imkânsızlığı önceden öngörülseydi taraflarca böyle bir sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, borcun tamamı sona erer. Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde, bir tarafın borcu kısmen imkânsızlaşır ve alacaklı kısmi ifaya razı olursa, karşı edim de o oranda ifa edilir. Alacaklının böyle bir ifaya razı olmaması veya karşı edimin bölünemeyen nitelikte olması durumunda, tam imkânsızlık hükümleri uygulanır.
Buna göre imkânsızlığın sözleşmeyle kararlaştırılan edimin yalnızca bir kısmına ilişkin olması (kısmî imkânsızlık) halinde, borçlu kural olarak borcun sadece imkânsızlaşan kısmını ifa etme yükümlülüğünden kurtulur. [17]
Ahde vefa ilkesi sözleşme hukukunun temel ilkelerinden bir tanesidir. Bu ilkeye göre sözleşme yapıldığı sıradaki şartlara uygun olarak uygulanmalı, borçlu edimini üstlendiği şekilde ifa etmelidir [18] . Ancak sözleşmenin ifası sırasında hal ve şartların değişmesi durumunda, doğruluk ve dürüstlük kuralı gereği sözleşmenin ve ifanın yeni koşullara uyarlanması gerekmektedir. Bu duruma “sözleşmenin değişen şartlara uyarlanması” ilkesi denmektedir [19] . İşte mücbir sebep dolayısıyla aşırı ifa güçlüğü de sözleşmenin uyarlanmasını gerektiren işlem temelinin çökme sebeplerinden birisidir.
TBK madde 138 uyarınca taraflarca öngörülmeyen olağanüstü bir durum, dışarıdan bir sebeple ortaya çıkar ve borçludan ifanın talep edilmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede güçleştirirse; borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteyebilir.
Dönme, sözleşme ilişkisinin taraflardan birince tek taraflı olarak geriye etkili olarak sona erdirilmesini sağlayan yenilik doğuran bir haktır [20] . Bu hakkın kullanılması bir geçerlilik şekline tabi değildir ve karşı tarafa ulaştığı anda hukuki sonuçlarını doğurur [21] . Dönme durumunda taraf sözleşme ilişkisinden vazgeçer, sözleşmenin kurulmasından bir önceki ana dönerek ifa edilmiş yükümlülükleri kaldırır [22] .
Mücbir sebeple aşırı ifa güçlüğü olan durumlarda eğer uyarlama yapılamıyorsa ani edimli sözleşmelerde TBK madde 138 uyarınca sözleşmeden dönülebilir. Mücbir sebebin edimin ifasını imkânsızlaştırdığı durumlardaysa borç sona erer, borcunu ifa etmekten kurtulan borçlu da karşı taraftan almış olduğu edimi iade eder. Ancak imkânsızlığın edimin yalnızca bir kısmına ilişkin olduğu durumlarda, borçlu kural olarak borcun sadece imkânsızlaşan kısmını ifa etme yükümlülüğünden kurtulur. TBK madde 137 uyarınca, eğer bu ifa engeli önceden taraflarca öngörülseydi bu sözleşmeyi baştan yapmayacakları açıkça anlaşılırsa ya da edim sadece belli bir kısmı ifa edilemeyecek şekilde bölünemez bir edimse, borcun tamamı sona erer.
Fesih hakkı da dönme gibi bozucu yenilik doğuran bir haktır, geri alınamaz ve şarta bağlı olarak kullanılamaz [23] . Fesih durumunda, sözleşmenin ifa edilmiş kısmı fesihten etkilenmezken ve fesihten önce doğan alacaklar devam ederken yalnızca ifa edilmemiş edimler sona ermektedir [24] . Fesih, kural olarak ifasına başlanmış sürekli borç ilişkilerinde söz konusu olurken, sözleşmeden dönmenin konusunu ani edimli borç ilişkileri oluşturmaktadır [25] .
Mücbir sebeple aşırı ifa güçlüğü olan durumlarda eğer uyarlama yapılamıyorsa sürekli edimli sözleşmelerde, TBK madde 138 uyarınca, kural olarak fesih hakkı kullanılır. Mücbir sebebin edimin ifasını imkânsızlaştırdığı durumlardaysa borç sona erer, borcunu ifa etmekten kurtulan borçlu da karşı taraftan almış olduğu edimi iade eder. Ancak imkânsızlığın edimin yalnızca bir kısmına ilişkin olduğu durumlarda, borçlu kural olarak borcun sadece imkânsızlaşan kısmını ifa etme yükümlülüğünden kurtulur. TBK madde 137 uyarınca, eğer bu ifa engeli önceden taraflarca öngörülseydi bu sözleşmeyi baştan yapmayacakları açıkça anlaşılırsa ya da edim sadece belli bir kısmı ifa edilemeyecek şekilde bölünemez bir edimse, borcun tamamı sona erer.
Türk Ticaret Kanunu’nda ( “TTK” ) mücbir sebep tanımlanmamış olmakla birlikte kıymetli evrak, taşıma işleri ve deniz ticareti bölümlerinde özel hükümler olarak düzenleme alanı bulmuştur.
TTK md. 811’de bir devletin mevzuatı veya herhangi bir mücbir sebep gibi aşılması imkânsız bir engel nedeniyle kanunda belirlenen süreler içinde ibraz veya protesto edilemeyen çekler hakkında bu işlemler için belirli sürelerin uzayacağı hüküm altına alınmıştır. Maddede mücbir sebeple ibraz veya protesto edilemeyen çekin hamili, mücbir sebebi kendi cirantasına gecikmeksizin bildirmekle yükümlü tutulmuştur. Mücbir sebebin ortadan kalkmasıyla hamil, çeki gecikmeksizin ödeme amacıyla ibraz etmek ve gereğinde protesto veya buna eş değerde bir belirlemeyi de yapmak zorundadır.
Yolcu taşıma işlerine ilişkin TTK md. 907’de yolcu taşıma seferinin, taşıma sözleşmesinin yapılmasından sonra fakat hareketten önce ortaya çıkan bir sebep dolayısıyla yapılamaması durumunda uygulanacak hükümler düzenlenmiştir. Buna göre aynı maddede “ Ölüm, hastalık veya bunun gibi bir mücbir sebep dolayısıyla sefer yapılamamışsa, sözleşme, taraflardan hiçbirine tazmin yükümlülüğü doğurmaksızın kendiliğinden geçersiz olur .” bendine yer verilmiş olup; bu nedenle geçersiz olan taşıma işlerinde taşıyıcının, peşin almış olduğu taşıma ücretini geri vermesi gerektiği hüküm altına alınmıştır.
TTK’da mücbir sebebin düzenlendiği son hal ise Deniz Ticareti kitabında düzenlenen çatma hükümlerine ilişkindir. TTK md. 1286’ya göre çatma, iki veya daha çok geminin çarpışması olarak tanımlanmış olup ilgili kanun bölümünde çatma sonucu gemilere ve gemilerde bulunan insanlara veya eşyaya verilen zararlara ilişkin düzenlemeler getirilmiştir. TTK md. 1287 “ Çatma, umulmayan bir hâl veya mücbir sebep yüzünden meydana gelmiş veya neden ileri geldiği anlaşılamamışsa, çarpışan gemilerin veya gemilerde bulunan insanların yahut eşyanın çatma yüzünden uğradıkları zarara, o zarara uğrayan kişi katlanır .” hükmünü haizdir.
Bu bağlamda diğer kanunlar gibi TTK’da da mücbir sebebin genel bir hüküm olarak düzenlenmediği ancak çeşitli bölümlerdeki özel hükümler için düzenleme alanı bulduğu görülmektedir. Buna göre günümüzde yaşanan COVID-19 salgını nedeniyle getirilen kısıtlamalar sonucunda, çek hamilinin ibraz veya protesto gerçekleştirememesi halinde hamil için mücbir sebebi bildirmesi şartıyla ibraz veya protesto etmemenin sonuçları doğmayacak; yine salgın hastalık nedeniyle yolcu taşıma sözleşmesinin taraflarından birinin bu salgın hastalık nedeniyle yükümlülüğünü yerine getirememesi halinde ise tarafların tazminat ödeme yükü altına girmeyeceği sonucuna ulaşılmaktadır. COVID-19’un mücbir sebep oluşturarak edimleri engellediği tacirler arası sözleşme ilişkilerinde ise TTK’da hüküm bulunmaması nedeniyle yukarıdaki başlıkta açıkladığımız TBK hükümleri uygulama alanı bulacaktır.
ICC tarafından 2003 yılında yayınlanan örnek mücbir sebep maddesinde de salgın hastalık (“epidemic”) sözleşmede sayılması gereken mücbir sebep hallerinden biri olarak belirtilmiştir [26] . Ancak Salgın hastalıkların mücbir sebep olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği tartışmalıdır. Türk Hukuku’nda COVID-19’un mücbir sebep teşkil ettiğinin tespiti için, her bir somut olay özelinde, sübjektif değerlendirme yapılması gerekmektedir.
Borçlar hukuku sözleşmelerinde mücbir sebep hükümleri, çoğu zaman borçlu taraf bakımından, daha önce de belirttiğimiz ifa güçlüğü durumunun oluşması ve dolayısıyla edimin ifasının güçleşmesi durumlarında uygulama alanı bulmak üzere kaleme alınmaktadır. Diğer bir deyişle sözleşmelerdeki mücbir sebep hükümleri taraflara uygulanabilir hukukun sınırlamalarını bertaraf etme imkânı tanımak üzere tasarlanır. Bu nedenle mücbir sebepten etkilenen sözleşmelerde öncelikle sözleşme metninde mücbir sebep hükümlerine yer verilip verilmediği; verilmiş ise ilgili hükmün “salgın hastalık” durumunu öngörüp öngörmediğine bakılmalıdır.
Sözleşmede salgın hastalığın mücbir sebep olarak düzenlenmesi durumunda tarafların iradelerinin yansıması olan sözleşme hükümlerine göre hareket edilecektir. Böylece, sözleşmeye eklenecek mücbir sebep maddesi ile ifa güçlüğü veya ifa imkânsızlığı durumunda tarafların TBK hükümlerine başvurmasına gerek kalmaksızın sözleşmenin sürdürülebilirliğini sağlamaları mümkün olacaktır. Ancak daha önce detaylıca açıkladığımız üzere, taraflar sözleşmede mücbir sebebin veya salgın hastalığın öngörülmemiş olması halinde dahi irade serbestisi ilkesi uyarınca mahkemeye başvurarak her zaman sözleşmenin yeni koşullara göre uyarlanmasını talep etme imkânına sahiptirler. Ancak belirtmek isteriz ki, Türk mahkemeleri uyarlama davalarında etraflıca değerlendirme yapmakta ve çok katı kurallar uygulamak suretiyle sözleşmenin uyarlanmasına karar verme hususunda çekingen davranmaktadırlar.
Öte yandan yanında International Chamber of Commerce ( “ICC” ) geçmişte iki taraflı edim yükümlülüğü doğuran sözleşmelerde SARS virüsüne ilişkin emsal bir kararında, virüsün mücbir sebep teşkil etmeyeceğine dair bir görüşü bulunsa da, her bir somut olayda salgın hastalığın tarafların karşılıklı edim yükümlülüklerini ve ifayı ne ölçüde etkilediği veya imkânsızlaştırdığı gibi durumların ayrı ayrı incelenerek salgın hastalığın o olay nezdinde mücbir sebep olup olmadığına ilişkin değerlendirme yapılması gerekmektedir. [27]
Burada ticari ilişkiye konu borcun niteliği, tarafların bu salgından dolayı ifa güçlüğüne maruz kalıp kalmadığı, ifa güçlüğünü gidermek için borçlunun başvurabileceği başka bir yol bulunup bulunmadığı değerlendirilmelidir. Ancak her halde, mücbir sebebi öne süren borçlunun borcunu yerine getirememesi ile COVID-19 salgını arasında bir nedensellik bağının bulunması esaslı unsur olarak aranmalıdır.
E. SONUÇ
COVID-19 salgını ülkemizde görüldüğü 11 Mart 2020 tarihinden bu yana iş hayatının tüm sektörlerine büyük ölçüde etki etmiş; bu kapsamda ticari ilişkilerde de salgın hastalık ve mücbir sebep üzerinde tartışılan başlıca hususlar haline gelmiştir.
Mevzuatımızda tanımı yapılmamış olan mücbir sebep için öğretinin ve içtihadın üzerinde durduğu şartlar yukarıda ele alınmış olup mücbir sebep kısaca; tarafların kontrolü dışında ve öngörülemez bir biçimde gerçekleşen olayın mutlak ve kaçınılmaz bir şekilde taraflar için ifa güçlüğü oluşturması olarak tanımlanabilir.
Bu bağlamda mücbir sebebin TBK kapsamında aşırı ifa güçlüğü oluşturma ihtimali ile ifa imkânsızlığına yol açma durumu açıklanmış olup, TTK çerçevesinde ne tür düzenlemelere yer verildiği ve her sözleşmenin kendi içinde nasıl değerlendirilmesi gerektiğine değinilmiştir.
COVID-19 salgının sözleşmeler üzerindeki etkileri ve ortaya çıkacak sonuçlar açısından dikkate alınması önerilen adımlar aşağıdaki gibidir:
Saygılarımızla,
Sistem Hukuk Bürosu