Kırım Türklerinin hayatları 1428’de Burak Hân’ın öldürülmesiyle Altınordu Devleti tamamen parçalandıktan sonra 1441 yılında Hacı Giray ile Kırım Hanlığının ilan edilmesinden sonra başladı diyebiliriz. Kırım Türkleri dönem itibariyle epey kuvvetli bir hanlığa sahipti. Kırım Hanlığı Kafkaslardan Doğu Avrupa’ya uzanan bir coğrafyaya hükmediyordu. Bu bağlamda Kırım Hanlığın refah seviyesi çok yüksek idi. Kırım Hanlığı Osmanlı Devletine bağlanmasıyla birlikte Kırım’da Osmanlı imarı yükselmeye başlamıştır. Öyle ki Bahçesaray’da bulunan Han sarayı İstanbul’da bulunan Topkapı Sarayına benzetilmek istemiştir.
Osmanlı Sultanları tahta geçecek şehzade bulamaz ise Kırım Han soyundan gelen birisi Osmanlı tahtına getirilmesi uygun bulunmuş Türk ile Türk’ün kardeşliğini bu karar ile ispatlamıştır. Bu bağlamda Rusya’nın 1783’te Kırım’ın ilhakına kadar bu etkileşim sıkı biçimde sürmüş, Rusların Kırım Tatar Türklerinin Kırım’dan sürülmesiyle de Kırım Türklerinin Vatanı olarak gördükleri Osmanlı Devletine hicreti başlamıştır. Gerek Karadeniz üzerinden gerekse Balkanlar üzerinden Osmanlı topraklarına yerleşmişlerdir.
Balkan coğrafyası dönem itibariyle Osmanlı egemenliği sürmekte, Osmanlı Devleti ise bu hicret için çeşitli komisyonlar kurmak suretiyle Kırım Türklerine kapılarını ardına kadar açmıştır. Osmanlı Devleti Kırım Tatarlarının büyük bir kısmını Balkan coğrafyasına iskân etmiştir. Dobruca bölgesi, Bugünkü Bulgaristan’ın Güney Doğusundan, Bugünkü Türkiye’ye kadar uzanan bir hatta yerleştirmişlerdir. Bugün de Balkanlar’da ortaya koyulan araştırmalara göre 1.856.803
[1]
Kırım Tatar Türk’ü yaşamaktadır.
“Balkan” sözcüğü, üzeri sık ormanlarla kaplı sıradağ anlamına gelen Türkçe bir sözcüktür. [2] Balkanlar’ın büyük bölümünün sarp ve ormanlık dağlarla kaplı olması sebebiyle, Osmanlı Türkleri tarafından bölgeye bu ismin verildiği kabul edilmektedir. Balkan isminin kökeni konusundaki ikinci görüş olarak ise; bölgeye Osmanlı’dan önce gelmiş olan Kıpçaklar, Peçenekler ve diğer Türkmen boylarının, Hazar Denizi’nin doğusundaki Türkmen stepinin güney sınırını oluşturan Balkhan Dağlarına benzediği için, bölgedeki dağlara Balkan ismini verdiği varsayımı kabul edilmektedir. [3]
Balkan yarımadasının dikkati çeken ilk coğrafi özelliği dağlık olmasıdır. Zor geçit veren dağlar, bölgeler arasındaki irtibatı güçleştirerek kültür, dil ve geleneklerin çok farklı biçimde gelişmesine sebep olmuşlardır. Balkan yarımadasında dört dağ silsilesi bulunurken; bunlardan birincisini, Alp Dağları’nın devamı olan ve Adriyatik Denizi boyunca güneye doğru inen Dinar Sıradağları oluşturmaktadır. İkinci dağ silsilesi Karpatlardır. Bu sıradağlar Romanya’nın kuzeyinden güneyine kadar uzandıktan sonra, Tuna Nehrine 150 km kadar yaklaşınca batıya döner ve 600 km bu istikamette ilerleyerek Demirkapı bölgesinde güneydoğuya doğru yönelirler. Yarımadanın üçüncü dağ silsilesini, Bulgaristan’ı batıdan doğuya doğru ikiye bölen Balkan Sıradağları oluşturmaktadır. Dördüncü ve son dağ silsilesi ise Rodoplar’dır. Balkan dağlarının batısından güneye doğru indikten sonra doğu istikametinde kıvrılan Rodoplar, Trakya’nın kuzeyinden geçerek Karadeniz’e kadar uzanmaktadırlar. [4]
2860 km’lik uzunluğu ile Avrupa’nın ikinci, Balkanlar’ın ise en uzun nehri olan Tuna [6] , Avusturya ve Macaristan’ı geçtikten sonra Mohaç’ın biraz güneyinden Balkan sınırları içine girer. Sonrasında Arnavutluk’un kuzeydoğusunda ve Bulgaristan’ın kuzey sınırında yaklaşık olarak 1300 km yol kat edip, Dobruca’nın kuzeyinde Avrupa’nın en geniş deltalarından birisini meydana getirerek Karadeniz’e dökülür. Balkan yarımadasının büyük nehirleri arasında yer alan Sava, Drava, Drina ve Morava’da Tuna ile birleşirken; yarımadanın güneydoğusundan Ege Denizine dökülen nehirlerin en önemlileri ise Vardar, Struma-Karasu, Mesta-Karasu ve Meriç’tir. [7]
İklim olarak Balkan yarımadasının güney kısmı ve Adriyatik sahilleri bir hayli sıcak ve kurak iken; iç taraflara yani kuzeye doğru çıkıldıkça yağışlı ve kışların sert geçtiği bir iklime rastlanır. Bitki örtüsü olarak yarımadanın kuzey ve orta bölgelerinde 1500 metre yüksekliğe kadar yaprak döken ağaçlar, 1500-1800 metre arasında ise iğne yapraklı ormanlar görülürken, daha yüksek kısımlarda çalı ve maki örtüsüne rastlanır. Balkan yarımadasının güney ve batı kıyılarında hâkim olan bitki örtüsü ise yaprak dökmeyen Akdeniz ağaçları ve makidir. [8]
Avrupa’daki beş büyük yarımadadan biri olan Balkan yarımadası, Akdeniz ve Orta Avrupa’ya kadar uzanan jeostratejik konumu ile tarih boyunca Doğu ve Batı arasında doğal bir bağ ve köprü olmuştur. [9] Bu nedenle istilacı uluslar rahatlıkla Balkanlara hâkim oldukları gibi; Balkanlar’da egemenliği sağlayan devletlerde batıda Avrupa’yı, doğuda ise Rusya’yı tehdit etme gücüne sahip olmuşlardır.
Balkanlar, Avrupa ile Asya kıtalarını birbirine bağlayan ve bu iki farklı kıtanın kültürünü kendi içerisinde kaynaştıran bir köprü işlevi gördüğü gibi, ayrıca İslam ve Hristiyan dünyalarının birleştiği bölgelerden birisi olmuştur. İslamiyet zamanla Anadolu’ya, Anadolu’dan da Boğazlar üzerinden Balkanlara yayılırken; Hristiyanlıkta Boğazlar üzerinden Balkanlara ve oradan da Avrupa’ya yayılmıştır. Balkan ve Anadolu yarımadalarını birbirine bağlayan Türk Boğazları ise, Trakya ile birlikte bütün Balkan yarımadasını Türkiye için çok kritik bir savunma bölgesi durumuna getirmiştir. [10]
Balkan yarımadasının en uzun nehri olan Tuna ise Balkanlar’ın ekonomik ve stratejik değerlerine katkısı olan önemli coğrafi öğelerinden birisidir. Karadeniz ile Kuzey Denizini birbirine bağlayan Tuna Nehri, üzerindeki barajlar ve her biri birden fazla ülkeye enerji sağlayan hidroelektrik santralleri ile birlikte değerlendirildiğinde, ekonomik ve stratejik değerinin Balkanlarla sınırlanan bölgesel düzeyin çok üstünde olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. [11]
Güneyden ve batıdan Karadeniz, doğudan Azak denizi ile çevrili olan Kırım yarımadası, Orkapı diye adlandırılan ve 30 km uzunluğunda, 9 km genişliğinde dar bir kara parçası ile anakaraya bağlanmaktadır. Kafkasya’yı Kırım yarımadasından ayıran Kerç boğazı ile batıdaki en uç nokta olan Tarhan Kut burnuna kadar yaklaşık 320 km ve kuzey-güney istikameti ile 200 km’yi bulan yarımadanın yüzölçümü 26140 km²’dir. [12]
Kıyıları girintili çıkıntılı olup yaklaşık 1000 kilometreyi bulur, gemilerin yanaşmasına elverişli koylar. Tabii limanlar mevcuttur. Yenikale tarafından başlayıp kuzeyde dar bir uzantıyla karadan ayrılan setten Orkapı’ya kadar varan bölümdeki sığ sulara Sıvaş denizi denilir, burası Kırım’ı Azak denizinden ayırır. Sahillerinin en mâmur kısmı Kefe ile Akyar arasındaki kesimdir. [13] Kırım çeşitli milletlere tarih boyunca ev sahipliği yapmıştır. Özellikle Asya üzerinden gelen milletlerin uğrak yeri olmuştur.
Kırım yarımadasının en eski sakinlerinin Taurlar olduğu ileri sürülür. Milattan önce VIII. yüzyılda Kırım’ın bozkır kesimi İskit göçebelerince iskân edildi. Daha sonra buraya Kimmerler’in geldiği belirtilir. [14] Buradaki ilk Yunan kolonileri ise, İ.Ö. VI yüzyılda kurulmuştur. [15] Tarihin en eski dönemlerinde, Antik Yunan’ın tahıl ambarı olarak tanınan ve zengin Yunan kolonileri barındıran Taurida [16] Yarımadası, Akdeniz uygarlığıyla bir bütünlük içindeydi. [17]
İ.S. IV. yüzyılda Roma hâkimiyetindeki Kırım’da, İskitler gibi göçebe olan ve çeşitli grupları bünyesinde barındıran Sarmatlar bulunuyordu. Bu dönemde Hun hâkimiyeti altına giren Kırım, daha sonraları Bulgarlar, Hazarlar, Peçenekler ve Kıpçakların yerleştiği bölge olmuştu. XIII. yüzyılda Anadolu Selçuklu Devleti’nin Kırım’ın önemli bir liman kenti olan Suğdak’ı ticaret amacıyla ele geçirmesi, bu bölgenin Anadolu ile bağlarını güçlendirmiştir. [18]
Cengiz Han’ın büyük oğlu Cuci Han’ın soyundan gelenlerin başında bulundukları Moğolların idaresinde Altınordu Devleti, Kırım ile Kuzey Kafkasya’yı doğrudan yönetmiş, Güney Kafkasya ile de yakından alakadar olmuştur. [19] Bu dönemde Kırım’ın güney sahillerine gelen Memlükler, bölgenin ticari ve kültürel gelişimde katkıda bulunmuşlardır. Memlük Sultanı Baybars, eski Kırım’da bir Camii yaptırarak İslamiyet’in bölgede yayılmasında rol oynamıştır. [20] Sultan Baybars’ın Sohlat’ta yaptırdığı bu Camii Altınordu Devleti ile Mısır’daki Türk Memlûk Hanedanının diplomatik münasebetler içinde olduğunu göstermektedir. [21]
Altınordu’da Hanedan Cengiz Hân soyundandı, fakat Türk unsuru o kadar kuvvetliydi ki XIV. yüzyıl başlarında Altınordu bu unsurun tesirine direnemedi ve bir Türk Devleti haline geldi Altınordu’da yaşayan halkın ezici çoğunluğunun Türk olmasına rağmen kendilerine, başlarındaki Moğol yöneticiler sebebiyle “tatar” dendi. Kırım’daki ilk “Tatar” varlığından söz etmek, orada halkın büyük çoğunluğu Türk olduğu için Kıpçak olan Türk boylarından bahsetmek demektir. Nitekim Kırımda Altınordu devrinden günümüze kadar kullanılan dil Tatarca denen Kıpçak Türkçesidir. [22]
Altınordu’nun başına yeni geçmiş olan Toktamış Hân(741-808/1341-1405)’ı destekleyerek duruma tamâmen hâkim olmasını sağladı. Fakat çok geçmeden Azerbaycan meselesi yüzünden ararları açıldı. Toktamış Hân, 797/1396’da Emîr Timur’a yenilince, Altınordu parçalanmaya başladı. Kardeşler arasındaki taht kavgaları da şiddetlendi. Altınordu Hânı Uluğ Muhammed Hân, 828/1424’te Burak Hân’ın saldırısı sonucu Litvanya’ya kaçmak zorunda kaldı. Devletberdi Hân’ı da yenen Burak Hân, 831/1427’de Kırım’a giderek yerleşti. Böylece Kırım’ın müstakil olma yolu açılmış oldu. Bu esnada kendini toparlama fırsatı bulan Uluğ Muhammed Hân, Litvanya Prensi Vitod’un desteğiyle Kırım’a gelerek Burak Hân’ı yendi ve Saray [23] şehrine yerleşti. 832/1428’de Burak Hân’ın öldürülmesiyle Altınordu Devleti tamamen parçalanarak ortaya Kazan, Kırım, Astrahan ve Kasım (Sibir) Hânlıkları çıktı. [24]
Tokay Timur soyundan gelen Baş Timur’dur. Baş Timur’un oğlu Gıyaseddin, rakiplerine karşı mücadelede Litvanya prensliğine sığınmak zorunda kalmıştı. Onun da oğlu Hacı Giray (1441-1466) Kırım Hanlığının kurucusudur. [25] Kırım Hanlığını ilan ettikten sonra bağımsızlık alametlerinin en önemlisi adına para bastırmıştır. Ancak, Seyidahmed Hân Kırım’ı, Altınordu Devletinin bir parçası sayıyor ve kendini bu devletin hâkimi ilân etmiştir.
Hacı Giray, Lehistan, Moskova ve Litvanya prenslikleri ile iyi ilişkiler kurmuş ve hanlığın gücünü arttırmak amacıyla İtil boylarında yaşayan kabileleri yanına çekmeye çalışmıştır. Hacı Giray’ın ölümünden sonra çocukları arasında başlayan taht mücadelesinden galip çıkan Mengli Giray da babası gibi otoritesini sağlamlaştırıp Kırım’da tam bir hâkimiyet kurmak istemiştir. [26]
1266 yılından itibaren Cenevizliler, Altın Orda Devleti’nin izin vermesiyle Kefe, Balıklıova ve Suğdak gibi sahil bölgelerine yerleşerek buralarda ticaret kolonileri kurmuştur. [27] Cenevizliler XV. Yüzyıla kadar Tatarlar üzerinde büyük etkinlik kazandılar, hatta Hanları bile kendi keyiflerince seçmeye başladılar. [28]
1453’te İstanbul’un Osmanlı Devleti tarafından fethi, vaziyeti büsbütün değiştirdi. Hacı Giray, Fatih Sultan Mehmet’ten Cenevizlere karşı yardım istedi [29] . Bu arada Cenevizliler ’in Eminek’i Başbeylik’ten azlettirmeleri Kırım beyleri arasında karışıklığa yol açtı. Onlar, Mengli Giray’ı terk ederek, Eminek Mirza’nın etrafında toplandılar. Bunun üzerine Mengli Giray, Kırk-Yer’de tutunamayacağım anlayınca, kendisine sadık 1500 atlıyla birlikte Kefe’ye giderek, Cenevizlilere sığındı.
Mengli Giray, Kefe’ye giderken orasının fethi için padişaha müracaat ettiği gibi, aynı şekilde Eminek Mirza da Osmanlıları Kefe’nin zaptına çağırdı. [30] Nitekim Mengli Giray, Kefe’ye geldikten sonra, onun bu hareketini fark eden Cenevizliler onu hapsettiler. [31]
Sultan II. Mehmet Han (Fatih) bunların dileğini memnuniyetle kabul elti ve Sadrazam Gedik Ahmet Paşa’yı 300 gemiyle Kefe Kalesi’ne gönderdi. İşte bu suretle Kırım Hükûmeti ve hükümdarlarıyla Osmanlı Devleti arasında ilişkiler başlamış oldu. Mengli Giray Han vermiş olduğu söz üzerine bu savaşta bulundu ve Osmanlılar Kefe, Mangup, Azak kalelerim zapt ettiler (1476-1477). [33]
Kefe’nin fethinden sonra Mengli Giray hapisten çıkarıldı ve Gedik Ahmet Paşa’nın yardımıyla yeniden Kırım Hanlığına getirildi. [34] Böylece, Kırım Hanlığı, Osmanlı himayesi altına girmiş oldu. Daha önce Altınordu Hanlığına haraç veren Moskova Çarlığı, Kırım Hanlığına haraç vermeye başladı. Osmanlı Devleti ise Kırım Hanlığını himayesine almakla Karadeniz hâkimiyetini tamamlamış oldu. Cenevizliler, Osmanlı Devletinin Kırım’ı ele geçirmesiyle beraber nüfusunu yitirmiştir.
Osmanlı Devleti tarafından ilk atanan Kırım Hanı Mengli Giray’dır. 1475 yılında Osmanlı Devleti’nin desteğini alan Nur Devlet Hanlığı almış, Mengli Giray ise İstanbul’a getirilerek hapsedilmiştir. Kırım boylarının ileri gelenlerinden Şirin Beyi Eminek, Nur Devlet’e karşı gelmiştir. Osmanlı Devleti’nden Mengli Giray’ın tekrar Han tahtına çıkarılmasını istemiştir. Bunun üzerine Menli Giray, 1478 yılında üçüncü kez tahta çıkarılmıştır. [35]
Rusya’nın 1552’de Kazan Hanlığını ve 1556 yılında Hacı Tarhan Hanlığını (Astarhan Hanlığı) ele geçmesi, gerek Kırım Hanlığı gerekse Osmanlı Devleti için kuzeyden ciddi bir tehdit oluşturmuştur. [36] Rus yayılışının kaydettiği merhaleyi gören Osmanlı Devleti, o zamana kadar ihmal ettiği Kuzey Kafkasya ile daha yakından ilgilenmek mecburiyeti hissetti. [37]
Rusların Terek boyuna kadar yaklaşması ve aynı zamanda Türkistan’dan gelen tüccar ve hacılar için Astarhan’a giden yolu kapatması, Osmanlı Devleti’ni 1569 yılında Ejderhan Seferi diye bildiğimiz İlk Rus-Türk çatışmasına sürüklemiştir. [38] Bu seferle Osmanlı hâkimiyetinin Don ve Volga havzasını içine alması ve hanlığın bir Osmanlı eyaleti haline getirilmesi ihtimali I. Devlet Giray’ın, (1551–1577) padişahı bu seferden vazgeçirmeye çalışmasının nedeni olarak gösterilir. [39] Don-Volga kanal projesinin başarısızlıkla neticelenmesi sonucunda Devlet Giray’ın, 1571 yılında Moskova’ya düzenlediği seferde şehri kuşatıp etrafındaki köyleri yakıp büyük başarı kazanması onun, “Taht Algan [40] ” unvanını almasını sağlamıştır. [41]
1577’de Devlet Girayın ölümünden sonra III. Murad tarafından 1588’de II. Gazi Giray’ı tayin edildi. Bu dönemde Osmanlı etkisi çok güçlenmiştir. Osmanlı Devleti’nin batıda ve doğuda yaptığı tüm seferlere katılan han, çok önemli hizmetlerde bulunmuştur. 1595 yılında Boğdan’daki isyanı bastıran hanın, bu bölgeye atanacak yöneticinin bir Tatar beyi olmasını istemesine rağmen; Boğdan’da Tatarlarla bir tür ortaklık kurulmuş olacağı gerekçesiyle, bu isteği padişah tarafından kabul edilmemiştir [42] . 1610 ve 1635 arasında üç defa hanlığa getirildi ve daima Mehmed Giray ve Şahin Giray’ın saldırılarına uğradı. [43] Kırım tahtına İstanbul’dan yapılan han atamalarında sadrazam ve paşaların etkisi büyüktü.
Devlet-i Aliye Hmelnitskiy idaresindeki Zaporoj kazakları bu seferler neticesinde Lehistan’dan ayrılarak Kırım Hanlığı ve dolayısıyla Osmanlı İmparatorluğu’na bağlanmıştı. Ancak Lehistan ile yapılan barış anlaşması neticesinde Kazaklar, Ruslarla yeniden işbirliğine gitmişti. [44] Osmanlı Devleti, Lehistan’dan Podolya’yı aldıktan sonra Kazaklar üzerinde hâkimiyetini kurarak Ukrayna’ya yayılmak temayülünü gösterdi. Bu teşebbüs 1678’de Ruslar ile Türkler (Osmanlı Devleti) arasında ilk büyük savaşa yol açmıştır. [45] Merzifonlu Kara Mustafa Paşa komutasındaki bir ordu ile Murad Giray Han’ın (1678-1683) ordusu Ruslara karşı galip gelip, Çehrin kalesini ele geçirmişti. Böylece Kazaklar da Osmanlı egemenliğine girmişti. Ancak Viyana bozgunu ile Avrupa’da oluşan Kutsal ittifaka katılan Ruslar, Kırım ve Kafkasya’ya doğru baskısını arttırmıştı. [46]
1683-1699 yılları arasında Rusya ile Osmanlı Devleti savaş halindedir. Rusya ve Lehistan’ın saldırılarının önlenmesinde ve Habsburglara karşı Sırbistan’da yaptığı başarılı savunmasıyla, felaket yıllarında padişahın güvenini kazanmıştı. İmparatorluğun içinde bulunduğu istikrarsız ortamda Sadrazam tayinlerini bile etkileyecek nüfuza da sahip olmuştu. [47]
Moskova, Kırım Tatar tehdidine nihayet vermek için giriştiği ilk ciddi teşebbüsler, prens Vasili Golitsın’ın 1687 ve 1689 tarihindeki istila harekeleridir. Fakat Moskova bu tarihe kadar Tatar Türklerine karşı başarı sağlayamayacak kadar güçsüzdü. [48] Rusya Çariçesi Moskova’da ordusunun büyük bir başarı getirdiğini duyurarak, Rus kamuoyuna Golitsın’dan “ Halkını denizden geçiren ikinci Musa ” diye bahsetti. [49] Hiç kimse bu habere inanmadı. 1689’da Temmuz-Ağustos aylarında 17 yaşındaki Petro’nun taraftarları bir devlet darbesi gerçekleştirerek iktidarı ele geçirdiler. [50]
1696’da II. Mustafa’nın batı seferine çıktığı sırada Çar I. Petro’nun Azak’a yeni bir muhasara hazırlığı içinde olduğu haberi üzerine Kırım hanının yerinde kalması, batı cephesine oğullarından birini göndermesi bildirildi. [51] 16 yıllık savaş, Osmanlı Devleti ile batılı devletlerarasında yürütülen diplomasi neticesinde barış antlaşmasıyla sonuçlanmıştır. 1699 yılında Avrupa devletleriyle imzalanan Karlofça antlaşmasına göre, Tatarlar, Rusya ve Polonya topraklarına köle elde etmek amacıyla, yağma vs. türden akınlar yapmayacaktı. Bu durum aynı zamanda Kırım Hanlığını ekonomik yönden ciddi bunalımlarla da karşı karşıya bırakacaktı. Osmanlı padişahı, Kırım hanına gönderdiği fermanla antlaşma şartlarına uyulmasını emrediyordu. [52]
Ruslar, 1696 yılında Azak kalesini ele geçirmiştir. Selim Giray aynı zamanda Rusların Azak’ı işgalini kabul eden ve Moskofların hanlara vergi ödemelerine son veren 1700 İstanbul Kongresine katılmış, Ruslar Azak’ı ellerinde tutmayı başarmıştır [53] .
18. yy. ilk çeyreğinde Rus çarlarının Avrupa siyasetiyle meşgul olmaları Kırımlıların menfaatineydi. Deli Petro, öncelikle İsveç’le olan Baltık problemiyle ve Rusya’yı Avrupa siyasi sisteminin bir parçası yapmakla ilgileniyordu. Ölümü üzerine Petersburg yıllarca süren iç karışıkların içine düştü. Fakat 1730’larda Çariçe Anna’nın hükümdarlığı esnasında içte ve dışta Rus gücü tekrar tesis edilmişti. [54]
1762 yılında II. Katerina ile birlikte Rusya yeni bir döneme girmiştir. 1762 – 1796 yılları arasında Rusya’yı yöneten Çariçe II. Katerina, gerçekte Slav kökenli değildir. 1729’dan beri Prusya’nın hizmetindeki küçük bir Alman prensinin kızı, Anhalt-Zerbst Prensesi Sophia olarak dünyaya gelmiş ve 1744’te I. Petro’nun torunu ve Rus tahtının veliahtı olan Holstein-Gottorplu Piyotr ile evlenmiştir [55] .
Tahta çıktığında 33 yaşında olan Katerina, başlangıçta Fransız aydınlanma felsefesinin tesiri altında kalmış ve büyük Petro’nun açtığı yoldan ilerleyerek, Rusya’da büyük reformlar yapmayı ve Rusya’yı dünyanın en önemli gücü haline getirmeyi hedeflemiştir [56] .
1768 yılı Ekim ayında Osmanlılar Rusya’ya savaş ilan etmiştir. Savaşın başlangıcından 1770 yılına kazar Kırım Hanlığı tahtında; Kırım Giray, IV. Devlet Giray ve II. Kaplan Giray görev yapmıştır. Kırım Giray’ın Rus sınır boylarına düzenlediği küçük çaplı saldırılar etkili olamamıştır. Onun ölümünden sonra yerine geçen IV. Devlet Giray’ın Tatar kabilelerini savaş için ikna edememesi, hanları Ruslarla görüşmeler başlatmaya yöneltmiştir. Bu müzakerelerin amacı Kırım’da bağımsız bir devlet oluşturmaktı [57] .
1770 yılında Ruslar Kırım’ı işgal ettiler. Osmanlı Devletinin atadığı Maksut Giray’ı Ruslar kabul etmedi ve Sahib Giray’ı tahta çıkardılar. 1771 yılı Kasım ayında büyük bir Tatar delegasyon heyeti, Kalgay Şahin Giray önderliğinde Kırım’ın bağımsızlığını sağlamak amacıyla St. Petersburg’a gitmişti. Nihayet 1772 yılı Kasım ayında yapılan Karasubazar Antlaşması ile Sahib Giray Han, Karaçi beylerinden Şirin ve Mansur beyler ile Can Member Bey liderliğinde Nogaylar, Rusların koruyuculuğunu kabul etmişlerdir. Bu antlaşma ile yeni bağımsız Kırım Devleti ve Rusya arasında bir ittifak sağlanmıştır [58] .
1774 yılında Osmanlı Devleti ile Rus Çarlığı arasında Küçük Kaynarca Antlaşması imzalandı. Antlaşma, öncelikli olarak Kırım’ın Osmanlı Devleti’yle olan bağlılığına son verip müstakil bir hanlık haline getirmekte ve Tatarlara hanlarını seçme hakkı tanımaktaydı. Bununla beraber dini bakımdan hilafet müessesesine bağlılıkları ve hutbenin padişah adına okunması kabul edilmişti. Üçüncü maddesine göre; her iki devlet Kırım’ın iç işlerine karışmayacaktı. On sekizinci ve on dokuzuncu maddelerine göre; Kılburun Kalesi ve Kerç ile Yenikale, Küçük ve Büyük Kabartaylar Rusya’ya bırakılmaktaydı. Yirmi üçüncü maddesinde; Rusya Kafkaslardaki kuvvetlerini geri çekecek ve bu bölgenin iç işlerine karışmayacaktı hususu vardı. Savaş sürecinde ele geçirmiş olduğu Memleketeyn. Besarabya, Akkirman, Kili, İsmail ve Bender kaleleri dâhil olmak üzere bütün yerler iade edilecekti. Memleketeyn’in statüsü belirlenmekte ve ahalisine genel af getirilmekte, bu münasebetle buradaki Hristiyanların hukuku Rusya’nın tekeffülü altına verilmekteydi.
Bu durum Rusya Osmanlı içerisinde bulunan Ortodoksların hamisi durumuna gelmek istemesinden kaynaklanıyor. Yine Rusya’nın Akdeniz’de ele geçirmiş olduğu yerler iade edilmekteydi. Rus hükümdarlarına resmi yazışmalarda “Rusyalar’ın padişahı” unvanı kullanılacaktı. İstanbul’da bir elçilik binası açılmasına ve burada bir kilise yapılmasına ayrıca Beyoğlu’nda ana yol üzerinde Rus itikadınca bir Ortodoks kilisesi inşasına izin verilecek ve Rusya bu kilisenin himayesini üstlenecekti. Rus hacıları kutsal yerleri serbestçe ziyaret edebileceklerdi. Rus ticaret gemilerinin Karadeniz ve Akdeniz’de dolaşması serbest olacak ve bunlar diğer devletlere verilmiş olan imtiyazlardan istifade edecek, gerekli yerlerde konsolosluklar açabileceklerdi. Osmanlı Devleti üç taksit halinde 15.000 kese (4,5 milyon ruble) tazminat ödeyecekti Rus kuvvetleri bir ay içinde Tuna’nın öte yakasına geçecekler ve bunu takip eden iki ay içinde diğer yerlerden çekilmiş olacaklardı. Aynı şekilde Akdeniz tarafındaki tahliye de üç ay içinde gerçekleşecekti. Antlaşmanın tasdiknameleri, gerekli hediyeler takdimiyle beraber fevkalade elçiler gönderilmesi suretiyle mübadele olunacaktı [59] .
Sahib Giray halâ meşru han olmakla beraber, hiçbir etkisi kalmamıştı. Bölünmüş bulunan Kırım Tatar halkı, büyük bir iç savaşa sürüklendi. Osmanlı yanlısı olan Sahib Giray bu kargaşa içinde tutunamayarak İstanbul’a sığındı. Ayan, mirzalar ve ulemanın ittifakı ile Kırım hanlığına III. Devlet Giray (ikinci hanlığı) atandı [60] .
Ruslarla yerli kabile güçleri arasında gizli bir anlaşma vuku bulmuş, Kırım kabile güçleri artık Rus yanlısı olmuştur. Rus yanlılarının başında Şirinlerin gelmesi hiçte şaşırtıcı değildir; zira Şirinler Osmanlı’nın gidici, Rusların kalıcı olduklarını anlamış, politikalarını buna göre belirlemişlerdir. III. Devlet Giray Rus yanlılarının saldırıları sonunda firar edince Ocak 1777 yılında Kırım tahtına Rus yanlısı Şahin Giray geçti.
Artık Kırım’da Osmanlı’ya tabi bir hükümet bulunmuyordu. Bu durum Kırım ahalisi nezdinde büyük infial oldu. Ruslara karşı başlayan ayaklanmalarda halktan çok sayıda Rus katledildi. Saldırıya uğrayan Şahin Giray Ruslara sığındı. Osmanlı hükümeti Kırım’a III. Selim Giray (üçüncü hanlığı) gönderdi ise de 1778’de Ruslar karşısında başarılı olamayarak İstanbul’a sığındı. 1779’da Ruslardan destek alan Şahin Giray, Kırım tahtına yeniden oturdu. Osmanlı Devleti Aynalı Kavak Anlaşmasını imzalamıştı. Bu anlaşmaya göre Osmanlı Devleti Şahin Giray’ı Kırım hanı olarak tanıyor ve Kırım meselelerine karışmamaya söz veriyordu. En garip olanı ise Osmanlı Devleti dini hususlarda bile kendilerine tâbi olmamasını kabul ediyorlardı [61] .
Kuban’da ve Kırım’daki halk ayaklanması sonucunda Şahin Giray, Kefe’ye kaçmak zorunda kalmıştır. 1782 yılında küçük bir isyancı grupla birlikte Halim Giray Kefe’ye saldırarak buradaki Şahin Giray’ı Beşli diye adlandırdığı ordusuyla birlikte kuşatmıştı. O ve beraberindekiler Rusların elindeki Kerç kalesine sığınmak zorunda bırakılmıştı. Bu arada Tatarlar yeni han olarak Bahadır Giray’ı seçerek İstanbul’dan onay istemişlerdir. 1782 yılı Haziran ve Temmuz aylarına doğru Şahin Giray’ın reformlarına karşı halk isyanı artarak büyümüştü. İsyancılar Bahçesaray’da yaptırılan yeni hükümet binalarını tahrip etmişti [62] .
1783 yılında Rusya Kırım’ı ilhak etmiştir. Rusya burada askeri bir idare kurdu. Bunun yanında ülkenin iktisadi kaynaklarının, nüfusunun, sosyal yapısının ve ahalisinin hayat tarzının tespiti için eski hanlık yöneticilerinden bazılarının da görevlendirildiği geçici bir Kırım mahalli hükümeti tesis edildi [63] . Rusya Kırım’a II. Katerina’nın gözdesi olan Tauride Prensi unvanını almış olan General Potemkin’i atamıştır. Potemkin’in esas görevini ise 1784 başlarında Kırım’da tam anlamıyla Rus idari yapısı yerleştirildi [64] . Bu tarihten Çarlık devrinin sonuna kadar Kırım Tatarlarına hiçbir şekilde ülkenin idari yapısında yer verilmedi. 9 Ocak 1784 yılında yapılan antlaşmayla Osmanlı Devleti bu ilhakı resmen tanımak zorunda kalmıştır. Rusya’nın Kırım’ın ilhakı, Grek projesinin bir parçası olarak değerlendirilmektedir [65] .
Potemkin görevini öylesine acımasız bir biçimde yerine getirdi ki, Tatarlardan bir kısmı Osmanlı Devletine hicret ederken, bir bölümü de Anapa bölgesindeki Çerkezlere sığındı. İlan ettiği ve Kırım Tatarlarına olduğu kadar Azak Denizi kıyısındaki steplerde yaşayan Nogaylara da uygulanacak bir yasayla, istisna gösterilmeden tüm Tatarları silahsızlanmaya mecbur etti. Herhangi bir köydeki en küçük bir direniş halinde tüm köy halkı Sibirya’ya sürecekti.
Kırım Hanlığının Rusya’ya ilhakından kısa bir zaman sonra, 18. Yy. sonuna doğru, bu yarımadanın nüfusundan 100.000 ve Kuban bölgesi nüfusundan 600.000 kişi eksildi. Kırım Hanlığı nüfusunun yaklaşık üçte ikisi ya Türkiye’ye ya da Kafkaslara hicret ettiler.
İlhaktan hemen sonra bazı büyük meseleler ortaya çıktı. Artık Kırım Tatarları gittikçe artan bir şekilde ve kitleler halinde Kırım’dan göç ediyor ve ülke Slavlar tarafından iskân ediliyordu. [66] Bununla birlikte, 1783 öncesinde de Kırım’dan Osmanlı topraklarına pek bilinmese de, azımsanmayacak boyutlarda göçler olmuştur. Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti arazisi üzerinde Kırım’dan gayet eski tarihlerde gelmiş insanlara ait muhafaza edilebilmiş veriler mevcuttur. [67]
Başlangıçta muhaceret edenler, genellikle Şahin Giray Han’a yakından bağlı olan ve tahtından indirilen hükümdarlarıyla birlikte giden Tatarlardı. Buna ilaveten 1783-84’te göç eden 8000 Tatarın arasında Kefe’de yaşayan birçok Osmanlı tebaası vardı [68] .
1785-88 yılları arasında daha ciddi bir göç medyana geldi. 1789 yılında Rusya ve Osmanlı Devleti arasında imzalanan Yaş Anlaşmasıyla Osmanlı Devleti Kırım’ı tekrar Müslüman idaresine geri getirme ümitlerinden temelli vazgeçince, bu göç dalgası erişti. Bazı tahminlere göre bu yıllarda göç eden Kırım Türklerinin sayısı 100.000 olarak gösteriliyorsa da, bu sayının 20.000-30.000 civarında olması daha yakın bir ihtimaldir. [69]
Kırım Tatarlarının Rusya’yı iki asır hâkimiyeti altında bulundurmuş olan Altın Orda İmparatorluğu’nun mirasçıları olmaları, bu halka geçmişin derine işlemiş intikam duygularıyla bakılmasına yol açıyordu. Bu bakımdan, en baştan itibaren Rusya Devleti’nin Kırım’a yönelik kesin ve gayet açıkça ikrar edilen siyaseti, burayı yerli Türk-Müslüman ahalisinden yani Kırım Tatarlarından temizleyip yerlerini Ruslarla, bu mümkün olmazsa diğer Hıristiyan unsurlarla, doldurulmak yönünde olmuştur. [70]
XIX. yüzyılın başlarında, Kırım ve Nogay Türkleri ata yurtlarının yerlileri arasında hâkim güç olmaya devam ettiler. [71] Fakat XVIII. Yüzyılın sonlarında Rus işgalinden sonra yasal veya yasal olmayarak Rus toprak sahipleri veya memurları Kırım Türklerinin topraklarını ele geçirdiler. Köylüler ecdatlarından kalma topraklarından devamlı göçü teşvik ettiler, diğer bir ifadeyle kovuldular [72] .
Rusya’nın Kırım Türklerine ekonomik bakımdan uyguladığı baskı, 1810, 1816, 1819, 1822 ve 1827 yıllarını teşkil edilen hükümet komisyonlarının çalışmalarından sonra da devam etmiştir. 1830 yılında yapılan kadastro çalışmaları ve 1833’de kabul edilen kanun ile halk yine zarara uğratıldı. [73] Ağır vergiler ve ellerindekilere el koyulmasından dolayı Kırım Türkleri zorunlu olarak köleliğe maruz bırakıldılar [74] .
Kırım Türkleri artık kendi vatanlarında istenmiyor, bu konuyu da Çar Aleksander 1856’da Kırım Tatarlarının göç ettirilmesini emretmiştir. Göçün yoğunluğu, hep aynı ölçülerde olmadı. 1856-57, 1860-62, 1864-65 yılları arasında büyük ivme kazanan göç hareketi, diğer zamanlarda inişli çıkışlı seyretti. Bunun sebebi de siyasi ve askeri hadiselerin sonuçlarının insanların kararlarında etkili olmasıydı [75] .
Kırım Tatarları için en çok kaygı veren işaret, Kırım kuzeyindeki ve batısındaki ülkelerinden ayrılmak zorunda bırakılmış olan ve Osmanlı imparatorluğunun liman kentlerine yürüyerek giderken Kırım ülkesini bir uçtan öteki uca geçen on binlerce Nogay Tatarının Kırım’da görülmesi oldu. Nogaylara, ya Rusya’nın başka bölümlerinde daha az işlenebilir nitelikte bölgelere göçmek için kendi yurtlarını terk etmek, ya da Osmanlı imparatorluğuna göçmek seçeneği verilmişti. Nogaylara kardeş hisseden, Kırım Tatarları, sadece sıranın yakında kendilerine geleceklerini düşünebilirlerdi. Nogay Tatarlarının göç ettirilmesi 1860 yılı boyunca devam etti. [76] Rusya Çarlığının emeli Kırım’da bulunan tüm Müslümanların gitmesini arzulamaktadır. Ondan dolayı İlminsky metodu ile Rusya Müslümanlarına asimilasyon uygulayarak kendilerine karşı durmaları engellemeye çalışmıştır.
Kafkas halkları ve Rusya Müslümanları Rusya’nın bu politikalarından çok yüksek derecede etkilendiler. Buna karşı duranlar ya zorunlu olarak ya da isteyerek göç ettiler. Nihayetinde tek iltica edecekleri memleket Osmanlı Devleti olmuştur, fakat Osmanlı Devleti bu karşılamaya hazırlıksızdır. Kırımlıların göçünü gözlemleyenler, yeterince para, çadır, yiyecek ve taşıma vasıtası bulunmadığını aktarmaktadırlar.
Kamplarda sıkışık vaziyette barınan göçmenlerin sağlık durumları acınacak haldeydi. Sürülen Tatarların birçoğunun geçici olarak yerleştirildiği büyük kamplardan Mecidiye ’de, her gün belki 50-60 kişi can vermekteydi. Kırım Müslüman ülkesi olmaktan çıkıyor, 300.000 Tatar Kırımdan ayrılıyordu. Yerlerine ise Slav veya diğer Hıristiyanlar yerleştirecektir. [77]
Osmanlı Devleti’nin 1877-1878 Savaşı’nı kaybetmesi üzerine, gerek Kafkasya’dan, gerekse Rumeli’den Anadolu’ya büyük bir göç dalgası başlamıştır. Göçmenler, ilk zamanlar, bozguna uğrayan ordu birlikleriyle beraber hareket ettiği için, Hükümetin bu göçler karşısında belirli bir politikası da oluşmamıştır. Göç konusu, ancak savaş bittikten sonra ele alınmış ve belirli amaçlar doğrultusunda değerlendirilmiştir. [78]
1878 baharı ile 1879 sonu arasında yerlerini değiştirenlerin sayısının 1.300.000’ i aştığı tahmin edilmektedir. Göçler Rumeli’nin etnografik yapısını da değiştirmiştir. [79] Göçlerin bir kısmı karayolu ile gerçekleştirilmiştir. Yaklaşık 25.000 kişi hayvanları ve eşyaları ile birlikte Balkanlar üzerinden Kırkkilise ve Çorlu taraflarına sevk edildi. Eşyası ve hayvanı olmayanlar ise Varna’dan denizyolu ile İzmit ve Mudanya’ya sevk edildiler. Trenler ise ihtiyaca cevap veremediği için ek seferler konulmuştur. Çorlu İstasyonuna 100.000 kişinin biriktiği belirtilmektedir. [80] Kırım Hanlığı devrinde nüfusu yaklaşık iki milyon olan Kırım Tatar halkının sayısı 1897’de 186.000’e düşmüştü. Bu rakam Kırım’ın toplam nüfusunun ancak % 34’üne tekabül etmekteydi. 1881 yılı, göçlerin biraz yavaşladığı bir yıl olarak görülmektedir. Bir yıl aradan sonra göç kafileleri yeniden ortaya çıkmaya başladı.
Diğer bir ifadeyle, 1878 sonrası Rumeli göçleri dediğimiz muazzam göçlerin içinde Kırım Tatarları da vardı. Bu tarihten sonraki bir yüzyılı aşkın süre içinde Bulgaristan’dan, Romanya’dan, Yunanistan’dan ve Makedonya’dan gelen muhacirler içinde Kırım Tatarları hep olmuş ve olmaya da devam etmektedir. Bu bakımdan, Türkiye’de bazı yerleşim yerlerinde Romanya yahut Bulgaristan muhaciri denenler arasında aslen Kırım Tatar muhaciri olan pek çok kimse vardır. Hatta bu sebepten, yani bir kısım Kırım Tatarlarının meselâ Romanya üzerinden Anadolu’ya gelmiş olmalarından dolayı onları “Romanya Tatarları” şeklinde ayrı bir kategori sananlar da çıkmaktadır. [81]
1919-23’de yapılan Türk Kurtuluş Savaşı, Müslümanların kazandığı tek savaş oldu. XIX. ve XX. yüzyıl savaşlarının tümünde Müslümanlar kıyımdan geçirildiler ve yerlerini yurtlarını bırakıp gitmeğe zorlandılar. Müslümanlardan milyonlarcası öldü ve milyonlarcası yurdundan sürüldü. Savaşların her biri diğerlerine göre bir hayli farklı idi, ama bunların Müslümanlar üzerindeki etkisi hep aynı kaldı: onlar, pek büyük sayılarla, öldürüldüler ya da yurtlarından uzağa sürüldüler. Osmanlı yenilgileri yalnız askerî ve siyasal birer olgu niteliğiyle kalmıyordu; bunlar, kitlesel nüfus hareketlerinin ve çok yüksek sayıda ölümlerin nedeni idi. Gerçekleşen süreçte ölümler sadece Müslümanların ölümlerinden ibaret olmamıştı ama ölmüş Yunanlıların, Bulgarların ya da Ermenilerin sayısı, ölen Türklerin sayısı karşısında pek küçük oranda kalıyordu. Balkanlar’ın, Anadolu’nun ve Kafkasya’nın tüm halkları için XIX. ve XX. yüzyıllar, bir dehşet dönemi olmuştur. Bütün topluluklar savaşın, açlığın ve savaş zamanında patlak veren dizanteri, tifüs gibi hastalıkların, ayrıca, yenilen yan için kendini gösteren, yurdunu bırakıp gurbete göçme zorunluluğunun dehşetlerinden nasibini aldı. [82]
1920’de Kırım kesin olarak Sovyet hâkimiyeti altına girdi. Asıl sorunlar da bundan sonra başladı. Sovyet politikalarının doğrudan bir neticesi olarak 1921–1922 yıllarında Sovyet Rusya’da benzeri görülmemiş bir açlık meydana geldi. Bu açlıkta bütün Sovyet Rusya’sında 5.000.000 civarında insan öldü. Kırım yarımadası da açlığın en vahim sahneleriyle yaşandığı yerlerden biriydi. Nitekim Sovyet rejiminin bütün engellemelerine rağmen açlıktan mahvolma durumuna gelmiş yaklaşık on bin Kırım Tatarı bulabildikleri deniz araçlarıyla Türkiye’ye hicret etti. Tam o günlerde Türkiye İstiklâl Savaşı vermekteydi. Buna rağmen, bu mülteciler Türkiye’ye kabul ve iskân edildikleri gibi, tam da Büyük Zafer günlerinde Türkiye’den Kırım’a açlık yardımı bile gitti.
Kırım’da Sovyetler hâkimiyetinin kurulmasıyla dış dünya ile irtibat bilfiil koptu. 1930’lu yılların başlarında Stalin, Kırım’da Türk pasaportu taşıyanları sınır dışı etti. Bunlar vaktiyle bir şekilde Türkiye’ye giderek Osmanlı pasaportu almış, ancak tekrar Kırım’a dönmüş olan Kırım Tatarları yahut onların soyundan gelenlerdi. Bu şekilde, sınır dışı edilen ve Türkiye’ye gelenlerin sayısı da 5-10 bin civarında olmalıdır.
İkinci Dünya Savaşı’nda 1941 yılında Alman ordusu Kırım’a geldikten sonra Kırım Tatarlarından bir kısmı zorla Doğu işçisi sıfatıyla Almanya’ya götürüldü. Bunların yansıra, Kızıl Ordu’da görev yapmaktayken Almanlara esir düşmelerini müteakip Alman ordusuna katılanlar da vardı. Savaş sonrasında Sovyet güçlerine teslim edilmekten mucizevî şekilde kurtulan Kırım Tatarlarından bir kaç bini 1940’ların sonlarında Orta Avrupa’daki mülteci kamplarından Türkiye’ye geldi.
1944’de Kırım Tatarları topyekûn Kırım’dan Türkistan’a ve Urallar’a sürüldüler. Artık tek bir Kırım Tatarı’nın kalmadığı Kırım’dan Türkiye’ye göç olabilmesi de elbette ki mümkün değildi. Bununla birlikte, Türkiye’ye Kırım Tatar göçleri 1944 sonrasında dahi dolaylı da olsa devam etmiştir. Bu, XX. yüzyılın ikinci yarısı boyunca Romanya ve Bulgaristan’daki Kırım Tatarlarının bazen toplu, bazen de münferit olarak Türkiye’ye göçmen olarak gelmeleri şeklinde gerçekleşmiştir. [83]
1783 yılında Kırım Hanlığı Rusya tarafından işgal edildikten sonra Kırım’dan ve Kuban’dan Bulgaristan’a yapılan bazı göç bellidir. 1854-1862 yılları arasında yaklaşık 6000 Kırım Tatarı Bulgaristan’a hicret etmiştir. Çoğu Tuna Ovası ve Vidin çevresindeki alanda, Bulgaristan’ın kuzeyi özellikle Dobruca bölgesindeki iskân edilmiştir.
1878 Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması ile Osmanlı Devleti’nin vasalı olarak Bulgaristan Prensliği kurulmuş, Tatarlar için Bulgaristan’daki sıkıntılı gülerin habercisi konumundadır. Rusya’nın Kırım’ı Türksüzleştirme politikalarının bir sonucu olarak hicret eden Kırım Türkleri hicretten hemen sonra, Rusya’nın Osmanlı Devletiyle yapmış olduğu Yeşilköy antlaşması ile ilan edilen Bulgar Prensliği Kırım Türkleri için Kırım’da Ruslar tarafından yaşatılan fevkalade kötü durumların bir benzer olarak Bulgar yansımasını göreceklerdir.
Bulgaristan’daki Kırım Tatar Türkleri Bulgaristan’da diğer bulunan Türk-Müslüman azınlığından başka bir muameleye tabi tutulmayacaklardır. Komünist dönemde, kollektivizasyon ve sanayileşme Tatar Türklerinin geleneksel yaşam kaidelerini yıktığını söyleyebiliriz. Modernleşme adı altında uygulanan İslam karşıtlığı Tatar Türklerinin kimliksizleştirme çalışmaları olmuştur. Öyle ki Komünist dönemde Bulgaristan’da Tatarların diğer Bulgaristan’daki Türk gruplarıyla evlenmeleri sakıncalı görülüyor, Bulgarlar veya Ruslar ile evlilikleri teşvik ediyordu. Bu hususlar 1962 yılında Bulgaristan Komünist Partisinin kabul ettiği “Tatar, Çingene ve Müslüman Bulgarların Türkleşmesine karşı tedbirler” adlı kararnamesinde yer buluyor, sadece Tatarlar değil tüm Müslüman azınlık bu kararnameye tabi kılınıyor.
Bu hadisenin neticesinde 1989 yılında görülen sıkıntılar nedeniyle bazı Tatar Türkleri diğer Türk gruplarıyla birlikte Türkiye’ye hicret etmişlerdir. 1990 yılında Dobriçkovski özerk ilinin Vetovo şeherinde Onogur, Topola köylerinden ve Silistre özerk ili Çerkovna köyünden ve Dobruca’dan gelen Tatar sanatçılarla toplanıp şiirler okurlardı. En bilineni ise “Tatar bar mı? dep kim soray?” adlı şiiridir. O dönemde hemen her Tatar genci bu şiiri bilirdi. Bulgaristan’da bulunan camilerde Bayram günleri Tatarlar toplaşıp beraber kutlarlar. Vetovo şeherindeki caminin duvarları Kırım haritası ve Tarak damgalı kök bayrak bulunurdu. Camide milli marşları, kitaplar, dergiler saklanırdı.
1992 nüfus sayımları 4515 Tatar Türk’ü tespit ettiler. 2045 kişi şehirde, 2470 kişi de köylerde ikamet etmektedir. 2001 yılında yapılan nüfus sayımına göre ise 1.803 [84] Kırım Tatar Türk’ü yaşamaktadır. Bugün Bulgaristan Tatarlarının iskân yerleri şöyledir;
1876-77, 1914-18, 1935-37 yılları arasında yoğunlaşan bu göçlerden arta kalanlar günümüzde azınlık teşkil ederler. Romanya’daki Kırım Tatarlarının Romanya Eğitim ve Araştırma Bakanlığı tarafından ifade edilen nüfusu 24.649’dir [86] . Bu rakam ise Romanya nüfusunun %0.11’i teşkil etmektedir. 1783 yılında Rusya’nın Kırım’ı işgalinden sonra Osmanlı Devletine hicret eden Kırım Tatarlarını ilk olarak bugünkü Romanya sınırlarında bulunan Köstence vilayetine iskân etmiştir. Tatarlar hicret eden Türk-Müslümanların arasına katıldı. Bu rakamlarla birlikte o dönemde Dobruca bölgesinde 134.000 Müslüman vardır. Romanya Krallığının ilk resmi kayıtlarına göre Dobruca bölgesinde 1911 yılında 25.086 Tatar iskân halindeydi.
1930’ların ve hatta bütün Dobruca basın tarihinin en kapsamlı ve en etkili mecmuası kuşkusuz EMEL’dir. İdealist genç avukat Müstecip Hacı Fazıl (Ülküsal) ve arkadaşları Romanya’da yaşayan Müslümanların problemlerini dile getirmek ve çareler aramak için Pazarcık’ta bir mecmua çıkarmaya karar verirler. Görüşlerine başvurdukları Mehmet Niyazi Bey bu fikri destekler ve mecmuanın adının Emel olmasını tavsiye eder. 1 Ocak 1930’da Pazarcık’ta çıkmaya başlayan Emel daha sonra Köstence’ye taşınır. 1938’de yeni harflerle çıkmaya başlar. Dergi için en önemli dönüşüm, Kırım Tatar halkının büyük önderi Müstecip Bey’in Cafer Seydahmet Bey ile tanışması sonucu meydana gelir.
Emel dergisi bundan sonra Kırım’ın meselelerine, tarihine, edebiyatına, folkloruna önemle eğilir. Hatta son yıllarında derginin başlığının altında “Kırım Davasının resmi organıdır” ibaresine yer verilir. Derginin Romanya’da yayınlanan sayıları 5000 sayfalık muazzam bir koleksiyon teşkil etmektedir.
Emel Mecmuası Eylül 1940’a kadar 154 sayı yayınlanır. Ancak Müstecip (Üküsal) Bey’in II. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı ağır bunalıma dayanamayıp Türkiye’ye göç etmesi ile derginin Romanya’daki ömrü tamamlanır. Dergi daha sonra Türkiye’de aynı adla yayına kaldığı yerden devam edecektir. II. Dünya Savaşı sonrasında Romanya’ya egemen olan sosyalist yönetim bu yayın faaliyetini ortadan kaldırır. [87]
Kırım Tatarları arasında yaygın bir eğilim olarak eğitim meselesi Dobruca’da da hemen kendisini göstermiştir. Sıbyan mektepleri eğitimin ilk basamağı olan okuma-yazma için önemli bir rol üstlenmiştir. Ancak eğitimin daha sonraki basamakları için XIX. Yüzyılda Dobruca’da yeterli okul yoktur. Bu nedenle Dobrucalı Tatarlar daha ileri eğitim ihtiyaçlarını ya İstanbul’daki ya da Romanya’daki okullarla karşılamışlardır.
Romanya Tatarları kültür ve tarihlerini muhafaza ettiler. “ Nawrez ” ve “ Kidirlez ” ayrıca “ Kurban ” ve “ Ramazan ” gibi milli ve dini bayramlarını her zaman geniş olarak kutladılar. Romanya’daki Tatar sivil toplum örgütleri bu konuların yanında bugün Kırım Tatar dilini korumak için büyük bir çaba göstermektedirler. Romanya makamlarının nüfus rakamlarından ziyade kendilerinin nüfus tespiti ise bugün 55.000 kişi olduğu yönündedir. Romanya’nın birliğine ve bütünlüğüne sadık ve problemsiz bir azınlık olarak varlıklarını sürdüren Türkler; kurduğu birliklerle kendilerine tanınan anayasal haklardan yararlanmaya çalışmaktadırlar.
Komünizm öncesinde de birçok cemiyete sahip olan Türkler, 1989 yılında sosyalist rejimin devrilmesinden sonra Türk azınlığı “Romanya Demokrat Türk Müslüman Birliği’ni” kurmuşlardır. Bu birliktelik kısa bir süre sonra bozuldu ve Türk-Tatar azınlığı iki farklı dernek altında örgütlendi. Türk azınlığın kurduğu Romanya Türklerinin Demokratik Birliği ve Tatar azınlığın kurduğu Romanya Tatar Türk Müslümanların Demokrat Birliği ayrı dernekler altında faaliyetlerine devam etmişlerdir.
Ancak bu iki toplumun girişimleri sonucu 1994’te Türk-Tatar Birlikleri Federasyonu altında birleşmişlerdir. Tatar Birliği Tatarca-Türkçe-Romence iki periyodik yayına sahiptir. Karadeniz ve Caş. Bu iki aylık gazete cemaatin düzenli olarak haber alma ve kendi kültürüne ait unsurları öğrenme ve hatırlamada çok önemli roller üstleniyorlar. Romanya Tatarları iskânları şu şekildedir;
Tatarlar doğrudan deniz yoluyla veya günümüzde Romanya ve Bulgaristan olan Dobruca’dan Türkiye’ye gitti. Göç edenlerin hepsi Türkiye’ye yerleşmedi. Bazıları Dobruca’da kaldı. Günümüzde yaklaşık 45.000 Tatar, ilaveten birçok Türk Romanya’da yaşamaktadır. Güvenli bir tesbit yapılamayan günümüzdeki Bulgar Dobrucasını da içeren üstelik dönemi tam olarak belirtilmemekle beraber 150.000 kadar bir sayıda Türk ve Tatardan bahsedilmektedir. [89]
Bugün Türkiye’de 5.000.000 Kırım Tatar Türk’ü yaşadığı ifade edilmektedir. [90] Bu sayılar tahminlerden fazla değildir. Tatarlar bunu başlangıçta bir milyon göçmenin olduğundan hareketle ve bu sayıyı son yüzyılda ölçülen doğum oranı ile çarparak hesaplamaktadırlar. Dikkatli araştırmacılar bu tahmini fazla bulmaktadırlar. Tatarların en yoğun bulundukları bölge Eskişehir şehridir. Tatar araştırmacılar başka yerlerde olduğu gibi Türkiye’de de nüfus sayımlarında azınlık olarak belirtilmediklerinden, Tatar topluluğunun sayısını hesaplamanın güç olduğunu belirtmektedirler. Onlar orada tatar yerleşimcilerin şehirdekiler de dâhil 150.000 civarında olduğunu söylediler. Bununla beraber bu sayıların yaklaşık sayılar olduğunu vurguladılar. Günümüzde Eskişehir’deki Tatarlar 33 köyde yaşamaktadırlar. Tatarların yoğun olduğu diğer bölge 11 köyle Polatlı’dır. Nogaylar, Tuz Gölü kenarına yakın yedi köyde yaşamaktadırlar. Eskişehir’in 33 köyünden ikisi Nogay’dır, ancak bu Nogaylar etraflarındaki Tatarlardan, Tuz Gölü Nogaylarına göre oldukça etkilenmişlerdir.
Buna ilaveten, Tatarların yaşadığı iki-üç köyden veya bir semtten ve de birkaç izole yerleşimden oluşan bazı küçük bölgeler de vardır. Köylerden büyük şehirlere göçün ve köylerdeki insanların dışarıya doğru artan akımındaki devam eden süreç ile Tatarlar tüm ülkeye yayılamamaktadır. Bu aynı zamanda uyumsuzluğu ve güçlükle oluşan yeni yoğunluk bölgelerini artışını ifade etmektedir.
Doğal olarak yaşlı insanlar yakın kalmaya çalışmakta, ancak eski beraberlikler kaçınılmaz bir şekilde kaybolmaktadır. Tatar topluluğu en genişidir. Onlar kendilerine tatar demektedirler, örneğin: Men Tatarman ‘Ben Tatarım’, dilleri Tatarcadır. Dobruca veya Kırım’dan gelmişlerdir. Türkiye’de Kırım Tatarlarının en büyük sivil toplum kuruluşu Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği’dir. Kırım Türkleri faaliyetlerini bu çatı üzerinden Türkiye’de gerçekleştirmektedir. Rumeli Tatarları iskânları şu şekildedir;
Sonuç olarak, XVII. yüzyıl başından, Kırım Hanlığının Osmanlı egemenliğinden çıktığı 1774 yılına kadar geçen zaman dilimini kapsayan çalışmamız, Kırım yarımadasının sosyal ve ekonomik durumunu yansıtmaktadır. Kırım yarımadası üzerinde Osmanlı egemenliği, Kefe eyaleti ve hanlık topraklarında farklı idarî yönleriyle karşımıza çıksa da, sosyo- ekonomik yönden yarımada bir bütünlük arz etmektedir.
1783-1923 yılları arasında Kırım’dan 1.000.000’a yakın insanın göç ederek Balkanlara yerleşmesi, gerek Rusya, gerek Osmanlı Devleti, gerekse göçmenler açısından önemli sonuçlar doğurmuştur. Rus Çarlığı bir milyondan fazla Müslümanı kapı dışı etmişti. Kırım Tatarları bu göçlerle Balkanlar üzerinden Türkiye’ye iltica etmişlerdir. Bu göçler esnasında bugün Romanya, Bulgaristan, Türkiye de yerleşim kurmuş ve yaşamlarını sürdürmektedir.
Bugün Kırım’da 600.000 nüfusun sadece 200.000’i Kırım Tatar Türküdür. Kırım’da kalan Türklerin ise büyük bir çoğunluğu gerek Rusya Çarlığının gerekse Sovyet Rusya’sının asimilasyonu neticesinde anadilini ve kültürlerini kaybetmektedir. Dolayısıyla 1944 yılında Stalin’in zulümden dolayı binlerce insan zorunlu göç ve katliamlara uğratılmış, yerleştirildikleri yerlerde ise büyük sıkıntılar yaşamışlardır. Bugün hala Özbekistan başta olmak üzere sürgün edildiği yerlerden geri dönme mücadelesi vermektedirler.
Kırım Türkleri Balkanlar’da yaşadığı yerleşimlerinde de anadilini ve kültürünü muhafaza etme mücadelesi vermektedir. Türkiye’de böyle bir problem yaşamamakta birlikte Bulgaristan’da durum böyle değildir. Bulgaristan’ın gerek Komünist dönemde gerekse bugünkü yönetim de bu sıkıntıları devam etmektedir. İsimleri zorla değiştirilmesi ve Bulgarcadan başka dil konuşulmasına müsaade etmemektedir. Romanya Tatarları ise teşkilatlanması daha kuvvetli ve Romanya Devletinin azınlıklara gösterdiği ılımlı politikalar sayesinde burada Bulgaristan’a nazaran daha iyi durumdadırlar.
[tline]
[1] Bulgaristan, Romanya, Türkiye’den edinilen bilgiler neticesinde elde edilen rakamdır. Bulgaristan ( 1.803 )+Romanya ( 55.000 )+Türkiye ( 1.800.000 ) = 1.856.803
[2] İhsan Gürkan, “ Jeopolitik ve Stratejik Yönleriyle Balkanlar ve Türkiye ”, Balkanlar, İstanbul 1993, s.260.
[3] İhsan Gürkan, a.g.m., s.260.
[4] Kemal H. Karpat, “Balkanlar”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi , V, İstanbul 1992, s.25.
[5] http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/d/de/Balkan_topo_tr.jpg , (Alındığı Tarih, 24.04.2015)
[6] İhsan Gürkan, a.g.m., s. 261.
[7] Kemal H. Karpat , a.g.m., s. 25-26.
[8] Balkanlar’ın Dünü-Bugünü-Yarını , Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları, İstanbul 1993, s. 5.
[9] İhsan Gürkan, a.g.m., s. 259.
[10] İhsan Gürkan, a.g.m., s. 260.
[11] İhsan Gürkan, a.g.m., s. 261.
[12] Ömer, Bıyık, Kırım’ın İdarî ve Sosyo-Ekonomik Tarihi (1600-1774), Ötüken Neşriyat, İstanbul 2014, s. 23.
[13] “Kırım”, DİA , 2002, C:25, s. 447.
[14] DİA, a.g.m., s. 448.
[15] Ömer Bıyık, a.g.e., s. 23.
[16] Tauri: Antik Yunanca: Ταῦροι, ya da Scythotauri , Tauri Scythae , Tauroscythae Kırım Yarımadası’nın güney kıyısına yerleşmiş olan halktır. Kırım Dağları’nda ve bu dağlar ile Karadeniz arasında kalan şeritte yaşamaktaydılar. Kendi zamanlarında bu bölgeye Taurica , Taurida ve Tauris şeklinde isimler vermişlerdir.
[17] Barone, L. De Wrangell, Kırım’ın Çehreleri, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2014, s. 9.
[18] Ömer Bıyık , a.g.e., s. 23.
[19] Abdullah Saydam, Kırım ve Kafkas Göçleri (1856-1876) , 2.Baskı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 2010, s. 25.
[20] Ömer, Bıyık, a.g.e., s. 23
[21] Alan Fisher, Kırım Tatarları , Selenge Yayınları, İstanbul 2009, s. 15.
[22] Erşahin Ahmet Ayhün, Kırım Hânlığı ve Çöküş Sebebleri, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2008, s. 15.
[23] Özbek Hân, Altınordu tahtına çıktığı zaman, Saray Berke şehrini “taht şehri” yapıyor.
[24] Erşahin Ahmet Aygün, a.g.t ., s. 15.
[25] Kırım Hanlığı’nın tarihçesi için bkz. Halil İnalcık – Hakan Kırımlı, “Kırım Hanlığı”, DİA, C:XXV, s.447–465; Halil İnalcık, “Giray”, İA, C:IV, s. 783-789; İnalcık, “Kırım Hanlığı”, Türk Dünyası El Kitabı, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Ankara 1976, s. 943-954; B. Spuler “Kirim”, El2, V, s. 136-143.
[26] Ömer Bıyık, a.g.e., s. 24.
[27] Ömer, Bıyık , a.g.e., s. 24
[28] Kafkasya Hakları: Tarihi ve Etnografik Bir Sentez , Olay-İnsanlar Dizisi 30, İstanbul 2000, s. 32.
[29] Giray Saynur, Altuğ, “Hanlık Döneminde Kırım”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi , Sy.125, Nisan 2000, s.146.
[30] Muzaffer Ürekli, Kırım Hanlığının Kuruluşu ve Osmanlı Himayesinde Yükselişi (1441-1569 ), Ankara 1989, s. 15-16.
[31] Aktes Nimet Kural, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivindeki Altın Ordu, Kırım ve Türkistan Hanlarına Ait Yarlık ve Bitikler , İstanbul 1940, s.98.
[32] Erşahin Ahmet Aygün, a.g.t ., s. 16.
[33] Giray Saynur, Altuğ , a.g.m., s. 147.
[34] Muzaffer Ürekli, a.g.e., s. 17-18.
[35] Ömer Bıyık, a.g.e., s. 25.
[36] Ömer Bıyık, a.g.e., s. 25.
[37] Abdullah Saydam, a.g.e., s. 30.
[38] A. Nimet Kurat, Türkiye ve Rusya , Ankara 1990, s. 5.
[39] Halil İnalcık, “Osmanlı – Rus Rekabetinin Menşei ve Don-Volga Kanalı Teşebbüsü (1569)”, Belleten , 1947, S:12, s. 567.
[40] Taht Algan: Osmanlı Sultanın Devlet Giray’a verdiği “Kırım’ın emiri ve tahtımızın samimi ve sadık dostu” ünvandır.
[41] Halim Giray Sultan, Gülbün-i Hânân , Hazırlayan: Arifzade A. Hilmi, Akmescit 2004, s. 188.
[42] Peçevi İbrahim Efendi, Peçevi Tarihi , C: II, Haz. Bekir Sıtkı Baykal, Ankara 1999, s. 174.
[43] Halil İnalcık, “Kırım Hanlığı”, İslam Ansiklopedisi , 2002, C:25, s. 453.
[44] Ömer Bıyık, a.g.e., s. 27.
[45] Halil İnalcık, a.g.m., s. 453.
[46] Ömer Bıyık, a.g.e., s. 27.
[47] Ömer Bıyık, a.g.e., s. 28.
[48] Alan Fisher, Kırım Tatarları , Selenge Yayınları, İstanbul 2009, s. 76.
[49] A.B. Şirokorad, Rusların Gözünden 240 Yıl Kıran Kırana Osmanlı-Rus Savaşları Kırım-Balkanlar-93 Harbi ve Sarıkamış , İstanbul 2009, s. 66.
[50] A.B. Şirokorad, a.g.e., s. 66.
[51] Yücel Öztürk, “Kırım Hanlığı”, Türkler Ansiklopedisi , 2002, C:8, s. 858.
[52] Ömer Bıyık, a.g.e., s. 28.
[53] Alan Fisher, a.g.e., s. 74. Ömer Bıyık, a.g.e., s. 28.
[54] Alan Fisher, a.g.e., s. 76.
[55] İsabel de Madariaga, Çariçe Katerina, Çağının Sınırlarını Zorlayan Kadın, Çev. Mehmet Harmancı, İstanbul 1996, s. I.
[56] Yaşar Onay, Rus Stratejisinin Mimarları , İstanbul 2008, s. 76.
[57] Ömer Bıyık, a.g.e., s. 29.
[58] Alan Fisher, a.g.e., s. 85.
[59] Kemal Beydilli, “ Küçük Kaynarca Antlaşması ”, DİA , 2002, C: 26, s.526.
[60] Yücel Öztürk, a.g.m. , s. 865.
[61] Yücel Öztürk a.g.m. , s. 865. Alan Fisher, a.g.e., s. 99.
[62] Ömer Bıyık, a.g.e., s. 32.
[63] Hakan Kırımlı, “ Kırım (Rus İdaresi Dönemi) ”, DİA, 2002, C:25, s.458.
[64] Hakan Kırımlı, a.g.m., s.458.
[65] Ömer Bıyık, a.g.e., s.32.
[66] Alan Fisher, a.g.e., s. 114.
[67] Hakan Kırımlı, “ Kırım’dan Türkiye’ye Kırım Tatar Göçleri ”, http://www.kirimdernegi.org.tr/sayfa.asp?id=457 ( Alındığı Tarih 27.04.2015 ).
[68] Alan Fisher, a.g.e., s. 114.
[69] Alan Fisher, a.g.e., s. 115.
[70] Hakan Kırımlı, a.g.m. , http://www.kirimdernegi.org.tr/sayfa.asp?id=457 (Alındığı Tarih 28.04.2015) .
[71] Justin McCarty, “ Ölüm ve Sürgün: Osmanlı Müslümanlarının Etnik Kıyımı (1821-1922) ”, Ankara 2014, s. 17.
[72] Justin McCarty, a.g.e., s. 18.
[73] Abdullah Saydam, a.g.e., s. 69.
[74] Justin McCarty, a.g.e., s. 18.
[75] Abdullah Saydam, a.g.e., s. 81.
[76] Justin McCarty, a.g.e., s. 19.
[77] Justin McCarty, a.g.e., s. 20.
[78] Süleyman Erkan, “ Kırım Kafkasya ve Doğu Anadolu Göçleri: 1878-1908 ”, (Basılmamış Doktora Tezi), Ondokuzmayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 1993, s. 66.
[79] Justin McCarty, a.g.e., s.108-110.
[80] Nedim İpek, “Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri”, Ankara 1999, s. 33-35.
[81] Hakan Kırımlı, a.g.m. http://www.kirimdernegi.org.tr/sayfa.asp?id=457 (Alındığı Tarih 28.04.2015).
[82] Justin McCarty, a.g.e., s. 22.
[83] Hakan Kırımlı, a.g.m., http://www.kirimdernegi.org.tr/sayfa.asp?id=457 (Alındığı Tarih 28.04.2015).
[84] Bulgaristan Ulusal İstatistik Enstitüsü etnik nüfus sayımına göre verilerdir. Ayrıntılı bilgi için http://www.nsi.bg/Census_e/Census_e.htm adresine bkz. (Erişim Tarihi 01.05.2015)
[85] Bu bilgiler Stoyan Antonov tarafından 2004 yılında Bulgarca basılmış olan “ Bulgaristan Tatarları ” adlı kitaptan derlenmiş, http://nogai.blogspot.ca/ bu adresten temin edilmiştir.
[86] Toader Nıcoară, “Istoria şi tradiţiile minorităţilor din România (Romanya’daki Azınlıkların Tarihi Ve Gelenekleri)”, Romanya 2005, s.65.
[87] http://www.fikirdebirlik.org/yazi.asp?yazi=200705007 (Erişim Tarihi 19.05.2015)
[88] http://www.vatankirim.net/yazi.asp?YaziNo=207 (Erişim Tarihi 20.05.2015)
[89] Müstecip Ülküsal , “ Dobruca Tatarları ”, Ankara 1996, s.25.
[90] Emel çalışanları 6 milyonluk bir sayıdan bahsetmektedirler ve Sel “en azından 4-5 milyon” demektedir.
[91] Hakan Kırımlı, “ Türkiye’deki Kırım Tatar ve Nogay Köy Yerleşimleri ” İstanbul 2012, s. 231, 253, 400, 447, 579.